Yazı,şiir,sinema ve öykülerden keyif alanlarla bir paylaşım denemesi,... Hoşgeldiniz sefalar getirdiniz

Saturday, August 06, 2011

Bahti Kara Ankara

Ankaranin sembolleri icin nedense Kulesi, Kalesi, Kecisi/Kedisi denir,
Artik kanimca yeni 3K olarak Kafesi,Kule vinci ve Kizilayi dusunmek gerekir...


UCUBE KAFES>>>




Milliyetçi Hareket Partisi Ankara İl Başkanlığı, Eskişehir Yolu üzerinde “demir kafes” olarak anılan kongre ve ticaret merkezi inşaatının mahkeme kararına rağmen, yıkılmamasını protesto etti. Partililer, “Başbakan bu ucubeyi ne zaman görecek” yazılı dövizler taşıdı.

MHP Ankara İl Başkanlığı, Eskişehir Yolu üzerinde “demir kafes” olarak anılan kongre ve ticaret merkezi önünde toplanarak, söz konusu alandaki çelik inşaatın kaldırılmamasını protesto etti.

İnşaatına “50 trilyonluk ucubemiz hayaldi gerçek oldu”, “Başbakan bu ucubeyi ne zaman görecek” yazılı pankartlar asan MHP’liler, üzerinde “Ankara’nın çılgın projesi”, Hayaliniz buysa gerçekleştirmeyin”, Ucubeyi uzakta arama bir kere camdan bak yeter” yazılı dövizler taşıdı.

Gerçeği görsünler

AVM inşaatı önünde basın açıklaması yapan MHP Ankara İl Başkanı Fatih Çetinkaya, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın diğer illerdeki “ucubeleri” kınayıp hemen yıktırdığını ileri sürerek, “Ama her gün önünden geçtiği ucubeyi görmezden gelen Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’na bu gerçeği göstermeye geldik” dedi. İnşaatın 2007 yılında başladığını, mahkemenin 2 defa plan iptali kararı almasına rağmen Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yıkılmadığını iddia eden Çetinkaya, “88 bin 147 metrekare alana sahip olan bu anlamsız yapıya harcanan bedelin bugünkü değeri 50 milyon Türk lirası. Bu ucubelere harcanan paralarla kaç tane okul açılabileceğini, kaç tane tam teşekküllü hastanenin hizmete sokulabileceğini, kaç boynu bükük işsizin evine ekmek götürebileceğini varın siz hesaplayın. Boşa harcanan bu paraların kimlerin cebine gittiğini sormuyoruz bile, ama kimlerin cebinden çıktığını çok iyi biliyoruz” diye konuştu.





KULE VINC SILUET>>>




‘Darbeciler yargılansın' düşüncesinin, akılların ucundan bile geçemediği yıllardı. Tank ve askerlerin kışlaya geri dönmeye başladığı süreçti. Tam tamına 26 yıl önceydi. Ülke, Orgeneral Kenan Evren'in emirleriyle idare ediliyordu. Her şey onun iki dudağının arasındaydı. Ülkeyi dizayn ettikten birkaç yıl sonra, Ankara'nın güzel ve büyük bir otele ihtiyacı olduğuna kanaat getirdi. Ankaralıların ‘vinçli otel' dediği ve 26 yıldır tamamlanamayan otelin hikayesi de böylece başladı.
Mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün hemen yanıbaşında bir otel inşaatı halen devam ediyor. Kayserili ünlü iş adamı Ahmet Hattat'a ait bu otelin ne zaman biteceği ise meçhul. Üstelik inşaatın 26 yıldır sürmesi de şehir efsanelerini beraberinde getiriyor. Hele üzerinde hiçbir iş yapmadan yıllarca duran vinç espri konusu olmuş durumda. “Unuttu da Vinci” tanımlaması ise buradan doğuyor.
Bilindiği üzere 16. yüzyılda yaşayan İtalyan fizikçi, astronom ve yazar Leonardo Da Vinci, modern mekaniğin kurucularındandı. Fizik kanunlarını açıklamak için matematiğin kullanılmasında büyük rol oynamıştı. Ancak, Hattat'ın otelinin üzerinde duran vinç gösteriyor ki aradan geçen bunca asra rağmen Leonardo da Vinci halen anlaşılamamış. Peki, bu vinç hakikaten de tepede unutuldu mu? Bu ve benzeri soruların yanıtlarını öğrenmek için kolları sıvadım ve otelin ilginç öyküsünü Ahmet Hattat'la da konuşarak yazmaya karar verdim. İşte size doyurucu ve ilginç bir Türkiye hikayesi...

26 YILDIR BİTMEYEN OTEL'İN İLGİNÇ HİKAYESİ
12 Eylül darbesinin üzerinden birkaç yıl geçmiştir ki, darbenin baş mimarı Kenan Evren, Ankara'ya beş yıldızlı yeni bir otel yapılmasını ister. O esnada da Başkentin zengin ailelerinden Hattat'ların göz önündeki ismi Ahmet Hattat aklına gelir. Trabzon'da yedek subay olarak vatani görevini yapan Ahmet Bey, alelacele Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne çağrılır ve bizzat Kenan Evren fikrini açıklar. Evren'in yanında dönemin başbakanı, bayındırlık bakanı ve Ankara Belediye Başkanı “Atom karınca” lakaplı Önder Paşa vardır. Aslında Kenan Paşa, otelin yerini de belirlemiştir. Yani otelin şimdi ki konumunu...
Evet, arazi Ahmet Hattat'ındır ve teklifi hiç itirazsız kabul eder. Kenan Evren'in başka direktifleri de vardır ki Başbakan Bülent Ulusu'ya dönerek, Ahmet Hattat'ın anlatımıyla şunları der:
“Sayın Ulusu Paşam, bir kanun çıkartın, o arazinin tamamını, etrafındaki 19 ev de dahil, Ahmet komutanıma teslim edin. Hiçbir bürokratik engelle karşılaşmasın. Bu otel buraya yapılsın. En ufak bir sorun istemiyorum.”




OTEL EMRİ DEĞİL 17 BİNA ONA EYVAH DEDİRTTİ
Tarih 1984 yılını göstermektedir. Köşk'teki görüşmeden bir hafta sonra kanun çıkar. Ahmet Hattat ilk etapta ‘Eyvah' der... Zira 17 tane binayı teslim alacak ve onlarca insan evsiz kalacaktır. Dahası da vardır. İlerleyen süreçte mağdur duruma düşecek bu insanlar mahkemeye gideceklerdir. Sonuçta Ahmet Hattat çevredeki evlerin yıkılmasını istemez ve tam ortalarında bulunan 12 Bin metrekarelik arazisinin bu iş için yeterli olduğuna karar verir. Bu fikrini de Evren'e kabul ettirir.
Elinde fazla nakdi olmamasına rağmen kazı işlerine gecikmeden başlar. O sıralar bir aile şirketi olan Hema Dişli'nin yüzde 51 hissesi Ahmet Bey'in elindedir. Abisi Emin Hattat ile yollarını ayırırlar ve hissesine karşılık 40 milyon dolar tutarındaki senedi alır. Otelin yapımı için Turizm Bakanlığı'na kredi başvurusunda bulunmayı da ihmal etmez. Ancak hiç beklemediği bir durumla karşılaşır. Başbakan Turgut Özal'ın desteğine, O zaman ki Turizm Bakanı Mükerrem Taşçıoğlu'nun oluruna rağmen kredisi bir türlü çıkmaz. Ağabeyi Emin Hattat da ödemeleri geciktirmektedir. Otel inşaatı çukur kazıldığıyla kalır.

HALK PARTİSİ'NİN OTELİNDEN İLK MALL FİKRİNE!
Bu bekleme esnasında Ankara'nın ihtiyaçlarına karşılık verecek Hilton ile Sheraton otellerin inşaatı biter ve hizmete girerler. Hal böyle olunca da Ahmet Hattat'ın oteli cazibesini yitirip, atıl kalır. Otelin tekrar göz önüne gelmesi için kendince bir formül bulur ve binanın alt kısmını çarşı merkezi yapmaya karar verir. Kendi deyimiyle Türkiye'deki ilk mall (Alışveriş ve yaşam merkezi) fikri ona aittir. Memleketin ilki olan İstanbul Galeria tasarlanmadan çok önce düşünmüştür.
Yıl 1986... Bu fikrine Ankara Belediye Başkanı Mehmet Altınsoy yıllarca direnir. O süreçte Murat Karayalçın Belediye Başkanı olur. Ahmet Hattat'da tekrar kolları sıvar ve faaliyet yeniden başlar. Bu otel, Ahmet Bey'e göre Halk Partisi'nin otelidir... Nasıl mı? Hattat'ın anlatımıyla sürdüreyim.
“Deniz Bey'e gittim ve beni dinledi: ‘Bu oteli yapmamız lazım' dedi. 800 odalı çok büyük bir otel. Büyük zarar edecek, bu yüzden altına çarşı yapmaya karar verdik. Bunu o zamanki CHP Genel Başkanı Erdal İnönü'ye aktarmak için makamına çıktık. Erdal Bey, projeyi çok beğendi. Karayalçın'ı bağlattı. ‘Ankara'ya yatırım yapılacak, bazı engeller var. Yardımcı olun' talimatını verdi. Murat Bey de ikinci meclisten bizim projenin imar planını çıkarttı. Deniz Bey, Erdal Bey, Karayalçın imar planını verdiler.“

BİR TÜRKİYE GERÇEĞİ KARDEŞLER BİRBİRİNE DÜŞER
O sıralar elinde kardeşinin senetleri olan Ahmet Hattat'ın beş kuruş nakit parası kalmamıştır. 1991 yılına gelindiği zaman borç senetleri ödenmeye başlar. Rahmetli annesini Kayseri'den çağırır ve ona 1992 yılında otelin temelini attırır. 1994'e gelindiği zamansa binanın tamamının kabası biter. Biten sadece kaba inşaat değildir. 25 milyon dolara yakın alacağı kalmasına rağmen kardeşinin ödememesi yüzünden nakti de biter. Devreye Türkiye'nin alışık olduğu hadiseler girer ve iki kardeş alacak-verecek yüzünden birbirine düşer. Tabii Avukatlar, Mahkeme koridorları derken iş yargıya intikal eder.
Ahmet Hattat parasına kavuştuğunda, yıl, 1997'yi gösterir. Otelin temelini attırmasının üzerinden altı yıl geçmiş ve maliyetler üçe, hatta dörde katlanmıştır. Projelerin yenilenmesi gerekmektedir. Devletin kapısını yine çalar ve Teşvik ister. Hattat, teşvik konusu ve çıkan dedikodularla ilgili hala dertli: “Tansu (Çiller) Hanım, ‘bu Demirel'in adamı' diye bize taktı. Araya elçiler girdi. Yine de bir kuruş kredi alamadım. Ama ‘parayı alıp, yediğimi' söyleyenler var. İnanılır gibi değil. Hatta dostluğumuzdan dolayı Mesut Yılmaz'a, ‘Ahmet Hattat'a yardım ediyor' diye çamur attılar.”

ABD'DEN DÜNYA'YA YAYILAN KORKU ONU DA VURDU
2001'e gelindiğinde Ahmet Hattat, gayrimenkullerinin bir kısmını satarak otel inşaatına aktarır. Umutsuzluğa düştüğü günlerde karşısına Ritz Charlton Oteller Grubu çıkar. Oteli işletmek isterler. Onlarca toplantı yapılır ve ön anlaşmalar imzalanır. Ama ABD'den tüm dünyaya yayılan bir ‘korku', Hattat'ı da vurur. O meşhur 11 Eylül saldırıları yapılmıştır ve o gün Hattat için de önemli bir gündür. Çünkü 11 Eylül 2001'de Ritz Charlton'la nihaiyi imzayı atacaktır. Ama uçaklar, İkiz Kuleler'i yerle bir etmiştir. Ritz heyeti, Ankara'ya kadar gelmiş ama son gelişmeleri ileri sürerek anlaşmadan vazgeçmiştir.

PAPAZIN AĞACI 10 YILINA MAL OLDU
Hattat, bunun üzerine, Ritz gibi, otelin işletmesini isteyen Hyatt grubuna yönelir. Görüşmeler, toplantılar, yeni projeler derken, 2003 yılına gelinir. Projeye göre 19 toplantı, sinema ve tiyatro salonları yapılacaktır. Ama otel binasının hemen yanındaki ‘Papazın Bağı' denilen bölgenin altına yapılacak otopark için de yıllar kaybedilir. Çünkü Papazın Ağacı, sit alanındadır ve buradaki ağaçların kesilmesi çevreci örgütlerin ayaklanmasına neden olmuştur. Çevreci sivil toplum örgütleriyle karşı karşıya gelir. Otoparksız, çarşılı bir otel hizmete giremeyeceğinden, yine mahkeme süreci başlar. Danıştay'dan ‘temiz' kâğıdı'nı aldığında yıl 2010'dur.
Ahmet Hattat, söylediğine göre, tüm bu süreçte hiçbir Türk bankasından kredi alınmaz. Bir Alman bankası 35 milyon dolar kredi vermeyi kabul eder ve Sekiz milyon dolarını da kullandırır. Ancak bir süre sonra banka, otelin 35 milyon dolarla tamamlanamayacağına kanaat getirerek, krediyi geri çeker. O günlerde bir darbe de, otelin işletimini verdiği Hyatt Grubu'ndan gelir. Otelin etrafındaki 19 bina işaret edilerek, “Bu binalarda bir yangın çıkması durumunda, itfaiye gelene kadar müdahale edebilmelisin. Bu binalar için de önlem alın” denilir. Bu istek, aynı zamanda üç milyon dolarlık ek gider anlamına da gelir.

BU VİNÇ ORAYA NASIL ÇIKTIYSA ÖYLE İNECEK
2010'un son günlerine geldiğimiz bugünlerde, Ahmet Hattat, Hyatt Grubu'yla birlikte, otelin ve altındaki çarşı merkezinin açılışı için gün sayıyor. 35 milyon dolar daha harcayacağını hesaplıyor. Ama “Çoğu gitti azı kaldı” diyerek, mutlu sona ulaşacağı günü bekliyor. Bu arada binanın tepesinde duran vinç için Ahmet Hattat'ın dediklerini de ilave edeyim:
“O kadar inşaat yapmışım. İzmir'deki yolları, Etibank'ın bütün lojmanlarını ben yaptım. Kalkıp o vinci orada unutur muyum? Otelin içinde 16 tane Mitsubishi marka asansör var. Asansörlerin motoru binanın çatısında... Her birinin ağırlığı en az iki ton. Onları tepeye çıkartacak bir vinç lazım. Ayrıca tepeye şapka geçirilecek. Bunları yapmak için vinç gerekiyor. Vinç de herhangi metal yorgunluğu yok. Bir düğmeye basacağım, oraya nısıl çıktıysa öyle inecek. Arkasında bir ağırlık var. Önce onu indireceğiz. Sonra kademe kademe tamamını.”

Erdal İPEKEŞEN eipekesen@hurriyet.com.tr








Kızılay Binası>>>



Kızılay Binası’nın 27 Senelik Öyküsü
`Bütün çocukluğum ve gençliğim, hasılı hayatım Ankara’da geçti. Çocukluğumda, Atatürk Bulvarı, dört katlı binaların çevrelediği, geniş tretuvarları olan alışveriş imkanları son derece kısıtlı, (çarşı Ulus’ta idi) araç trafiğinin seyrek bir şekilde seyrettiği, sakin bir bölgeydi. Özen ve Pekpak pastanelerini, Milli Piyango’nun zemin kattaki geniş satış yerini hatırlamamak mümkün değil... Tabi Büyük Sinema ile Ankara ve Ulus Sinemaları’nı da... Çevrede ise genellikle bahçe içinde iki katlı evlerden oluşan biz bütün çocukların oyun alanı olan mahalleler vardı.
Sıhhiye’de, Orduevi’nin hemen yanı ve karşısındaki yeşil alan ile (Zafer Meydanı) Kızılay’a ait park ve devamındaki Güven Parkı son derece geniş ve yeşil bir tretuvarla birbirine bağlıydı. Kızılay binası ve parkı hem bir geliş geçiş, hem de bir dinlenme alanıydı. Maden suyu ve sodası satılan büfesi çoğu Ankaralılar’ın mutlaka hatırındadır.

Gençlik yıllarıma doğru, Bulvarın ortalarında bir yerde tek başına bir bina yükseldi. (Mola Oteli) Hemen hemen aynı dönemlerde de Kızılay Binası’nın karşı köşesinde yer alan bina da (Uybadın Evi) yıkılarak yerine Gökdelen olarak anılan ve Ankaralılar’ın hemen benimsediği bir yapı yükseldi. O günlerde böylesine yüksek bir binaya sahip olmaları Ankaralılar için gurur kaynağı olmuştur. Altında Gima mağazasının girişi ve küçük bir kitapçı dışında hiçbir mekan olmadığından serin, gölgeli ve korunaklı bir buluşma noktasıydı. Ne yazık ki bu boşluk, günümüz şartlarına uygun olarak banka şubeleri ile doldurulmuştur ve insanlarımız da bu durumdan pek şikayetçi görünmüyorlar.



Zaman içinde Mola Oteli’nden başlayan, yıkım ve yeniden yapım süreci devam etti, bugün de sürüyor. Öyle ki hocam mimar Selçuk Milar kendi yaptığı binanın yıkılışından sonra aynı arsaya başka bir proje daha yapmak durumunda kaldı. Yaklaşık kırk yıl içinde inşa edilen bu ikinci binanın da daha sonra yıkılışı ile ve hocanın vefatından sonra, aynı arsada üçüncü bir binanın yapılışını izledik.

Yaklaşık kırk sene boyunca aynı noktada hacmi gittikçe büyüyen üç ayrı yapı... Ve Ankara için gittikçe karşılanması zor kentsel sorunlar ve ihtiyaçlar...

Şehir böylesine kılık değiştirirken,1980 baharına doğru bir akşam üzeri Kızılay Binası'nın çatı kiremitlerinin alındığını ve fiilen yıkım işleminin başladığını üzülerek gördüm.

O yıllarda, Bulvar tarafı ve İzmir Caddesi yönündeki bütün yapılar neredeyse 30 m’lik kota kadar yükselmişti ve binanın yıkılması ile de bu yapıların arka cepheleri meydandan görünür bir hale geldi.

Bu arada hızlı bir mimari proje yarışması sürecinin başlatıldığını farkettik.

Mimarlar Odası’nın, Belediye İmar Müdürlüğü’nün ve o zamanlar daha üst makam olan İmar İskan Bakanlığı’nın gerekli izinleri alınmış ve ulusal bir mimari proje yarışması jürisi için seçim yapılmıştı.

Konunun enteresan, arsa ve çevresinin çok özel ve işin büyük olması bütün mimarlar için büyük bir fırsat teşkil ettiğinden o zaman için elli dört projenin katılımı ile heyecanlı bir yarışma ortamı doğdu. Kim ne derse desin, gönderilen projelerden, jürinin çalışmasına ve serginin açılışına kadar bütün çalışmalar, proje yarışmaları için örnek sayılabilecek niteliktedir. Yarışmanın jürisi, Ergun Unaran, Orhan Dinç, Osep Saraf, Kadri Atabaş, Aktan Okan, Ahmet Sönmez, Vedat Dalokay, Orhan Özgüner ve Engin Yaman olmak üzere dokuz kişilikti. Raportör mimar Faruk Nafiz Erkal’dı.



Biz, Nesrin Yatman, Vedat İşbilit ve Affan Yatman, 20 Temmuz 1980 gecesi, birinci olduğumuzu jüri üyelerinden Orhan Dinç’in telefonu ile öğrendik.

Ancak, Kızılay Derneği Yönetim Kurulu’nun, arsanın karşı köşesinde bulunan ve Ankaralılar’ın artık “Gökdelen” olarak andıkları Emek İşhanı’ndan daha yüksek bir bina beklentisi olması sebebiyle, seçilen projenin kabullenilmesi ve işe başlayabilmemiz, yarışmanın sonuçlanmasından iki sene sonra mümkün olabilmiştir.

1984 yılına kadar süren proje çalışmaları sonunda, proje İmar Müdürlüğü'nce onaylanmış, ancak başlayan hafriyat çalışmaları, zamanın Belediye Başkanı tarafından durdurulmuştur. Bu durdurma kararı üzerine Türkiye Kızılay Derneği’nin konuyu mahkemeye götürmesi ve bu tarihten 1990 yılına kadar geçen bekleyişin sonunda İdare Mahkemesi’nde görülen dava, Kızılay’ın lehine sonuçlanarak hukuken inşaatın başlaması için bir engel kalmamıştır. Bu davada mahkeme mimar Feyyaz Erpi’yi bilirkişi olarak tayin etmişti...

Bu arada maalesef, ortağımız mimar Vedat İşbilir vefat ederek aramızdan ayrıldı. Mahkemenin Kızılay tarafından kazanılması üzerine, 1991 yılında, zamanın Belediye Başkanı Murat Karayalçın ve İmar Müdürü Raci Bademli’nin talepleri doğrultusunda yapı, bir kat aşağı çekilmiş ve alanı meydan yönü itibarı ile küçültülmüştür.

Ana teması sabit kalmak kaydı ile, proje tadil edilmiş, strüktürü yeniden ele alınmış ve İmar Müdürlüğü tarafından kurulan, öğretim üyeleri ve mimarlardan oluşan bir "Estetik Kurul" tarafından incelenip uygun bulunmuştur. Estetik Kurul, mimarlar, Prof.Dr. Gönül Tankut, Orhan Dinç, Ziya Tanalı, Mehmet Asatekin, Mustafa Aslan Aslaner, Çoşkun Erkal, Önder Şenyapılı, ve gazeteci Teoman Erel’den oluşmaktaydı.

Bu doğrultuda uygulama projelerini tamamladığımız yapının kaba inşaatı, Emek İnşaat’a ihale edilmiş, kaba inşaatın tamamlanmasından sonra ise dış cephe imalatları yine Kızılay tarafından yaptırılarak bina bugünkü görünümüne gelebilmiştir.

Bu aşamalardan sonra yap, işlet, devret sistemi ile Beğendik firmasına ihale edilen yapı, hemen hemen tamamlanmış olmasına rağmen, Türkiye Kızılay Derneği, Beğendik firması ve bankalar arasındaki ekonomik problemler sebebi ile maalesef hala hizmete açılamamaktadır.



Uygulanan proje 44.000 m²’lik bir alana sahiptir. Kızılay’ın mülkiyetindeki alan, her iki yönde bulunan yolların devamlı olarak genişletilmeleri sebebi ile defalarca küçültülmüştür. Bu nedenle metronun Kızılay yönündeki dükkanlarının mülkiyeti Kızılay Derneği’ne verilmiş ve bu sayedede binadan metro bağlantısı gerçekleştirilebilmiştir.

Bölgede zemin katların en değerli alanlar olmasına karşın Kızılay Binası’nda, zeminde inşaat alanının hemen hemen yarısını kullanılmış ve geriye kalan kısım yayaların geliş ve geçişini sağlamak ve meydana katkıda bulunmak üzere rant için kullanılmayıp kamuya terkedilmiş bulunmaktadır.

İnşaat panoları kaldırıldığında yayalar, bu üstü yarı örtülü mekanda kolayca geçiş yapabilecekler, bekleyip buluşabilecekler, binanın ikinci bodrumundan yaptığımız bağlantı ile dışarıdan olduğu gibi bina içerisinden de, metroya ve alt geçitlere ulaşabileceklerdir.

Yapı, ana fikir olarak bir atrium çevresinde şekillenmiş, bu büyük orta boşluk sayesinde hem katlar arası görsellik sağlanabilmiş, hem de doğal ışık orta aksta her noktaya ulaştırılabilmiştir.

Türkiye Kızılay Derneği’ne ait olan bu rant tesisinin tamamlanmasından bu yana kimileri çok beğenmekte, (buna mimar meslektaşlarımız dahil), kimileri ise eski Kızılay Binası'nın yıkılması ve parkın yok olması nedeni ile karşı çıkmaktadırlar. Onlar için bu bina, kolaycı bir tavırla bir beton yığınıdır. Halbuki bu yaklaşım, vaktiyle bütün çevre için de düşünülmeliydi. Yukarıda anlatmaya çalıştığım Ankara ile bugünkü Ankara ne kadar benzerlik gösteriyor?

Alışılmamış, boşluklu bir kentsel mekan oluşturmaya çalışan kitle, doğal olarak çevresindeki, alışılmış apartman düzeninden farklı bir görünüme sahiptir. Hem bu sebeple ve hem de altındaki ve iç hacmindeki büyük boşluğun nimetlerinden kimsenin henüz yararlanamaması sebebi ile yadırganmaktadır. Ama, benim de yadırgadığım bu düşünceye sahip olanların, karşı köşede bulunan Güven Park’ın her gün biraz daha küçültülerek yok edildiğini görememeleri veya görmezlikten geldikleridir. O zaman eleştirilerin samimiyetinden şüphe etmemek mümkün olamıyor.

İşte bir yapının yirmiyedi senelik hikayesi... Hala tamamlanıp hizmete açılamadığı için, hem Türkiye Kızılay Derneği, hem yüklenici firma, hem de biz Ankaralılar için ciddi bir ekonomik kayıp olmaya devam ediyor. Yazan: Affan Yatman `

Dileğimiz, bu uc konu ile ilgili tüm sorunların her yönü ile bir an önce çözüme kavuşturulabilmesi ve sehir siluetine verdikleri gorsel kirliligin kaldirilmasidir.

Baris Emek Ergin

About Me

http://edebiyat1903.blogspot.com/ http://arkadyasitesi.blogspot.com/