Yazı,şiir,sinema ve öykülerden keyif alanlarla bir paylaşım denemesi,... Hoşgeldiniz sefalar getirdiniz

Wednesday, January 31, 2007

Mutluluk

Eğer mutluluk közde pişmiş mısırcı arayıp bulmaksa

Eğer mutluluk trafikte doğru şeritte yer almaksa

Eğer mutluluk köprüden geçerken boğaza bakmaksa

Eğer mutluluk gideceğin bir işi olmaksa

Eğer mutluluk köprü geçiş ücretini ayırdığın bozukluklardan denk getirmekse

Eğer mutluluk evi temizlenmiş bulmaksa
---------------
Eğer mutluluk sahil yolunda denize girip ağlara takılan köpeği kurtarmaya çalışanlarsa

Eğer mutluluk yine aynı yerde 6 sakallı atletli adamın paçaları sıvayıp denizde rakı içmesiyse

Eğer mutluluk netyoruma agoraya yazıdegirmenlerine yollayıp gözleri uzaklara yatırıp beklemekse

Eğer mutluluk yazılarının basalım denmesiyse

Eğer mutluluk nefis seçme şiirlerin size yollanmasıysa

Eğer mutluluk en kötü filmde bile izlenecek bir bölüm bulmaksa
--------------
Eğer mutluluk Candan Erçetin’i canlı dinleyip dinletmekse

Eğer mutluluk Reina’dan ne olacak memleketin hali diye düşünmekse

Eğer mutluluk yavrunu düşünürken ,yaşlıları elele görüp dolmasıysa gözlerin

Eğer mutluluk bir günün ertesi güne uymamasıysa

Eğer mutluluk seninle bir atan kalbe yolculuk yapmaksa

Eğer mutluluk düşünülüp merak edilmekse
---------------
Mutluyum emin olun

Mutluyum alabildiğine

Üzmek değil amacım kimseyi

Kasvet karanlık yakışmaz bize

Sadece paylaşmak umudu yitirmeden

Dertleşmekti dileğim,böyle istedi yüreğim
Barış Emek Ergin

Saturday, January 27, 2007

Lale ya da Gül beklerken, açmayan genç fidanlar dalında bir bir kururken..

Odtü’den mezun veya master yapan yaşları 20-25 arasında olan 2006’da intihar eden Makine Mühendisi Hüseyin Başbilen ardından Elektronik Mühendisi Alim Unal da Ocak 2007’de Eymir’de intihar etmisti. Yine Ocak ayı içinde Elektrik Mühendisi Evrim Yançeken Batıkent'te evin camından atlayarak ölümü seçti. Her üçüde Aselsan’da çalışıyor olması polisiye bir araştırma konusu belki.
Ancak Kürt olmamasına rağmen bu konuya baş koyan ve İrlanda’da kendini asan Ankara Kolejinden arkadaşım Bahattin Karakütük aklıma geldi.Yine aynı devreden bir diğer kardeşimiz , Kerman Tavşanlı daha çıkmaz intihar yoluna girmişti.
Süreci bir önlenemez gidiş gibi mi görüyorlardı, “akıntıda sürükleneceğime, başlangıcını seçemediğim bir yolun sonunu bari ben seçeyimmi” dediler acaba?
Kim bilebilirki tam , yalın ve mutlak gerçeği,

Oysa Ocak ayı gam ayıdır benim için son 14 yıldır, Uğur Mumcu’ya ağıtım sadece onun faili belli, arkası gizli cinayetine değil, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok içindir de bu dinmeyen yasım. Aynen Temmuz sıkıntısına neden olan Sivas olaylarında ki gibi yaram derine gitmiştir, dikiş tutumaz. Çok iyi tanımadığımdan iyi anlayamadığım ama kayıplarının acı verici olduğunu düşündüğüm Necip Hablemitoğlu, Turan Dursun, Hrant Dink, Gaffar Okkan ve İsmail Cem’e de üzülürüm.
Ancak bu beş genç gibi, diğer genç ölümler içimi burar, kasvetim artar, elim ayağım tutmaz olur, gözlerime sağnak habercisi parçalı bulutlar iner,paylaşma gereğim önlenmez olur.

Nedenini asla tam bilemeyeceğimiz, gelişmesini belki ucundan yolda, otobüste,dolmuşta, trafikte,meyhanede izlediğimiz ama sonucunu bildiğimiz bu ölümüne gidiş sadece bir psikiatrik vakamıdır.
“Ruhumu bunaltan bu dört duvarmı?
Ölümden öteye köy varmı ? “
Dediğince şairin öte köye geçme kararı acaba bazılarımızında yaşadıklarıyla aynı mıdır?

Yaşamının baharında, elin para tutmaya ,üretmeye başladığında, görecek güzel günlerin olmasına inancı nasıl zayıflar körpe bedenlerin.
Umudu, yanıtı olmayan bir aşk acısı mı
Tutunamayanlardan biri olma kaygısımı
“Böyle gelmiş, böyle gider “ korkusumu
“ben tek başıma ne yapabilirim” yaklaşımı mı?
Bilmek gerçekten zor ama bunu bilinçle seçmek daha da zor.

Yurdumuzda trafikte son 10 yılda ölen 40 000 kişiyi, terörle savaşta yiten 30 000 kişiyi,
Irakta 3 yılda ölen 650 000 kişiyi üzüntüyle acıyla anarak bir yere koyuyorum bu 5 genç ölümü yakınım hissetiğimden belki, bir farklı yere.
Bence onlar 75 yılda çıkan 30 000 Kolej ve 50 yılda çıkan 70 000 Odtülünün veya okulu ne olursa olsun ülke nüfusunun eğitimli ,kültürlü,köklü ve bilinçli olan azınlığından birileriydiler.
Bu 5 intihar aslında sadece 5 can değil, 5 yitik hasret, 5 basamak sonu boşluğa açılan, 5 taşıyıcı kiriş, koca bir insalık mabedinde ki ana kolonlara basan .

Ve çok erkenden bizi tanımadan, yaşama sarılmadan bırakıp gitmeyi tercih ettiler.
Gruplarda yazmayı, bizlere açılmayı, zor da olsa anlaşılmayı beklemediler.

Eğer varsa hakikaten öte yanda bir köy
Yani orada gerçekten birileri olacaksa
Eminim iyi bir sohbet kuracaklar Mumcu’yla,Muammer ve Bahriye Hocayla, Aziz Nesin’le ve belkide fonda onlar için istediğim bir parça



“ Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile
Avunmak istemeyiz böyle bir teselliyle
Aah geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece
Gruba karşı bu son bahçelerde keyfince
Ya şevk içinde harap ol ya aşk içinde gönül
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül
Aah dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç “

Barış Emek Ergin- Ocak 2007 Ankara

Friday, January 19, 2007

Bir Aşk Mektubu veya Yazı Yazmak Çıplak Dolaşmaktır.

Eğer yazı yazmaktan hoşlanıyorsanız ve sizin gibi olan ,olmayan yazar adaylarını keyifle izliyorsanız çıplak dolaşıyorsunuz demektir.Tüm duygularınızı açığa vuruyorsanız , ekonomik krizden dolayı annelerin çocuklarını dahi anlayamadığı bir dönemde ,anlaşılmak istiyorsunuzdur.Sert kabuğunuzu kırıp içeride olan biteni sergilemek istemenin ve kuşkuyla yanıt beklemenin çığlığıdır yazmak.Çoğu kez tepki almazsınız.İsteseniz de bir “beğenmedim” sözünü, duyamazsınız.

İnsanlarımızın her biri kendi aleminde zaman doldurmakta veya boşaltarak öldürmektedir.

Üye olduğunuz elektronik yazışma grupları bir sivil toplum örgütü olma uğraşındadır ama aralarına sadece diplomanızla giremezsiniz.Açıklıkta sevilmez oralarda.”tuhaf adam” demeseler de düşünürler çok konuşursanız. Hepimizin olmayan yönüdür gönderilerimiz.Beğenip de yapamadığımız,katılıp da uygulayamadığımız.Aslında kardeşlikten, anılardan , çözümden bahsedende vardır ama azdır.Ya kuvvetli politizasyon , ya da tam aksi ya da hiçbiri. İlk ikisinin sırasıyla mezun olunan üniversite ve lise olduğu belli ama hiçbiri ne kadar çekici.O hiçbirinin altında din ve siyaset yok, o hiçbirinin altında güncellik yok.O hiçbiri kökü geçmişte gelecek, O hiçbiri yaşama dair umutlu ve çoksesli bir şarkıdır.

Güncel gündemin tüm kasveti bizi biz eden değerlerden uzaklaştırıyor.

Düşen uçakta ki şehitler doğanın şanlı bir ayaklanmasını gölgede bırakıyor.Gölgede yatan nefis çiçekler var oysa.
Ekonomik ve siyasi buhran ,ruhumuzu bunaltan dört duvarı aşmamızı engelliyor. Dışarıda bahar gelen dağlarda ,umut dağlarla oysa.
Cezaevlerinde her ne nedenle olursa olsun ölen ve olan insanların hüznü içimizi burkuyor.O burkulmayacak içimizde bin türlü sevdalarda olabilirdi oysa.
Gazetelerin satır aralarında yer alan ani sağlık sürprizleriyle ,trafik kazaları bizleri ölüm ilanlarında duraklatıyor.Sanat,kültür , yaşam sayfalarıyla gurme sayfalarını severdiniz oysa .

Bu yüzden yeni yaş dönümümün arifesinde yolun yarısına bir kala Cahit Sıtkı’yı biraz daha anlayabiliyorum. Sadece on bir yıl sonra kırk altı yaşında ölen usta keşke yetmiş yıl yaşayabilseymiş .
Korkunun ecele faydası yok doğrudur ,ancak yaşam kalitesi korkuyla düşmektedir.Ve bu alçak korku her yerdedir.Dürüst çalıştığınız için yoksulluk korkusu, açık sözlü olduğunuz için yalnızlık korkusu, ince düşündüğünüz için hoyratlık korkusu köşe başında beklemektedir.Her an bir kamyon veya tahlil sizin yaşamınıza son verebilir ,sevdiklerinizi elinizden çekip alabilir.Sanki uzatmaları yaşıyor gibisinizdir.Bir tedavisi belli olmayanla karşılaşacak ve gideceksinizdir arkanızda aklınız kalarak.Yaşamdan çılgınca beklentileriniz olup da bunu gerçekleştiremediğinize kızarak ve hep gibi yaparak.Mutluymuş gibi yaparak, sorunsuzmuş gibi davranarak, güçlüymüş gibi yaşayarak.Oysa akılın varlığı da rahatlatmayacaktır son veda esnasında.Akıl ve gücünüzü Hitler’den farklı kılamadığınıza ,bu ikiliyi süsleyecek güzelliği bulamadığınıza yanarsınız belki de.

Yazmak güzelliğin tarifidir.Yazmak zaman zaman güzelliğin kendisidir.Yazmak kimi zaman rezilce korkuludur .Yazmak tepki koymaktır,katkı vermektir, doğaya kaçmaktır,kendinden uzaklaşmaktır, utanmadan ağlamaktır ve ölmeden çırılçıplak olmaktır. Ve ben artık çıplak dolaşmak istemiyorum.Gidip giyinmem lazım.


Nice

Nerelerde kaldı

Özlem gecelerini

Aydınlattığından

Nice aşk mektupları

Karanlık korkusundan

Belki de yollanmadı



Nice aşk mektupları

Yazıldı yollanmadı

Almadan okunduğundan

Yıllar sonra yanıtları

Geldi yollanmadan

Nice aşk mektupları. Behçet Necatigil

Üzülüyorum, O halde varım

Nelere mi?
Söyleyemem hepsini, bilirim aksi halde içinizi dağlarım.

Belki sadece birini paylaşırım.
Irak’a , düşen uçak dolusu emekçiye ve Saddam Hüseyin’e üzülürüm.
Devam etmeyebilirsiniz okumaya , anlarım.

Ancak bilirsiniz ki Saddam bir sembol.
Diktatörlüğün,
Totaliter rejimin,
Yaşamda ki ciddi yasakların, hatta ölümün.

Belki hepiniz bu kötülükler kadar rahat bil(e)mezsiniz ki;
O 80 ve 90ların Milli Güvenlik Kitaplarında belirtildiğince tek kavgalı olmadığımız komşumuzun lideriydi,
O komünizmin iyi yanlarını ve laikliği ülkesine bir köşesinden sokmuş biriydi,
Geniş caddeleri, ciddi altyapısı ile şehirleri bir Arap ezgisi ile değil, klasik müzik hissi dinlermiş gibi tat bırakırdı.

Azınlık Sünni kesiminin Kürt ve Şiilere yönelik huzurunu sertlikle de olsa sağlamıştı.
Saddam’ın Irak’ın da olan resim ve heykel sergileri, mezguf- kömürde yapılan balık ve şarap, kadının iş yaşamında bütün ağırlığıyla olması, onu eleştirirken hatta lanetlerken gözden kaçmamalı.
Savunmak değil asla amacım, zaten ne bunu yapabilirim ne de öyle görünmek isterim. Sadece bir diktatörmü giden bunu kısa da olsa düşündürmek isterim.

Peki Suudi Arabistan’da neden hala totaliter rejim var,Suriye çok mu demokratik, Libya’da ki yönetici Saddam’dan çok mu iyi , Kuzey Kore’de, Afganistan’da, insanların rejimlerden dolayı öldüğü, mutsuzluğunu sürdürdüğünü düşünmek için Amerika’mı beklenecek.Çok uzağa bakmaya gerekte yok aslında. 10 binleri yitirmedikmi 1980 öncesinde.Ve sıkıyönetim de varken 11 eylül gecesi ,ertesi sabah uyandık herşey bitmiş. Peki nerede o despot yöneticimiz, Şili kadar olabildikmi hesap sorabildikmi?

Halkının mozaiğine ait, Başbakanımızın verdiği rakamla 650 bin üyesi artık Saddam’dan sonra yaşamıyor. Her gün Irak’ta 50-60 cana kıyılıyor.
Üzüntü verici yanıysa bu ölümler kanıksanıyor,
Nekrofili- Ölüsevicilik yaygınlaşıyor.

Her gün Ted-Odtü e-grubu kadar kişi,
her 2 günde bir Ankara Koleji 85 mezunu e –grubu kadar kişi,
her 4 gün odtü inşaat e- grubu kadar,
her 10 günde Odtü ,her 20 günde Kolej e-grupları kadar can yitiyor.
Lütfen bir an durun düşünün artık 1 adet Tekirdağ 2 adet Kastamonu, 3 adet Kırşehir ,7 adet Bayburt şehri ve köyleri kadar nüfus veya 50 yılda çıkan Odtü Mezunlarının 8 katı, 75 yılda çıkan Kolej mezunlarının 22 katı artık yok artık Irak’ta,
Saddam sonrasında ve sadece 3 yıl içinde.

Peki yokmuydu onların sevgileri, özlemleri, çocukları, ana babaları,koşuları,takımları,hobileri,spor hevesleri,kilo problemleri, trafik dertleri,çekleri,senetleri,maaşları, idealleri, istekleri, yazıları, şiirleri, ilk - son aşkları,...

105. yaşını ocak 2007 de kutladığımız, ölümsüz büyük usta Nazım’ın dizelerine sözü bırakıyorum:
“Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgili;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nâzım'a!”

Duyamıyoruz, göremiyoruz, sis var her yerde, işimiz yoğun ve çalışmazsan yoksun .
Üzülmekte hak veriyorsanız, sağolun yalnız bırakmadınız ,
çünkü sizi görmeden yalnızlık gibi üzüntüde paylaşılmaz sanırdım, iyi ki varsınız.
Barış Emek Ergin

Tuesday, January 16, 2007

Bir gramofon sesi var çok uzaklarda



Devri düzensiz bir taş plak çalıyor kulağımda
Belli belirsiz sesler arasında, cızırtılı bir müzik vuruyor aslında
Diyor ki Ahmet Haşim’in kadim dostu,
Suphi Ziya Özbekkan usta, o Uşşak şarkısında:"Herşey bu zaman evinde naçar geçerEn geçmeyecek gönül geçer, yar geçerYalnız günübirlik çağırır bir kapıdanAkşam kimi bitkin, kimi biçare geçer.
Harman yeri er geç dağılır, bağ bozulur, Bülbülde nefes kalsa da gülzar geçer."*

Ve siyah beyaz bir film canlanır gözlerimde
Bu fon müziğine uygun bir karıncalanma eşliğinde
Hani Potemkin Zırhlısı
veya Chaplin filmleri görüntüsünde

1923 yılı Ankara’ sın da
Bir kadın bir erkek yan yana, evliler,
Aşıklar basbayağı ve yadırganmaktalar
Hamamlar bile kapatmışlar birbirlerine

Adamın işi çıkar, düşer İstanbul yollarına
Ve sevgili karısına derki;”3 güne kalmaz dönerim”
Gelemez ama ihmal de etmez
Mektup yazar Ankara ‘ya, fakat o mektup nedense beklendiği adrese gelmez

Kadın üzüntülü
Kadın güzel
Kadın karakterli
Kadın hüzünlü

Çok sürmezdi bu hüzün
Ve boşar kadın adamı çok da uzatmadan, 1 yıla kalmadan
Bakılacak bir çocuk vardır, gelemeyen bir adama yas tutulamaz
Kırgındır,kızgındır,ama bir başkasıyla evlenir.ihtiyaçtan değil gururdan

1 yıl sonra mazeret mektubu gerisin geriye gelir.
Üzerinde kırmızı bir mühür ”adrese teslim edilememiştir”
fakat o büyük aşkın zordur ölmesi
kolay değildir izlerinin silinmesi

ve silemedi de zaten Nuri
başkasıyla evlense de onun olan kadını öldükten sonra evlenebildi, mektubunu kalbinin üstünde taşıyarak
ve kızı onu ancak 70 lerde bulacak
ölmeyecek kişiler değil, aşık olmanın kendisidir dedi belki

ve bana bunu anlattığında
Nuri amcanın kızının torunu bir güzel insan
kararlıydım, bu mutlaka yazılacak
paylaşılacak ve mutsuz aşklara inat ,yaşandığında ki mutluluk anılacak

zamane aşklarının eleştirisi değil niyet,
ancak büyük bir sevginin önünde saygıyla eğilmek,
rahat uyu Nuri amcam , seni iyi anlıyorum ,
ve bil ki yani ola ki duyarsan beni, sevginizi saygıyla anıyorum

Barış Emek Ergin
2007 Ocak Ankara

*Gülzar :Gülbahçesi
Naçar ve Biçar:Çaresiz

Friday, January 12, 2007

Fatma Süzme Afyonlu-otobiyografi

Bir otobiyografi aklımda dolanıp duruyor.
Öyle hava kabarcıkları arasında dolaşan balığın resmi gibi değil ama.
Basbayağı hüzünlü ve alabildiğine dram ama adam gibi bir yaşam.

Artık bu çocuk mutlu yazılar yazmalı diye düşünüyorsanız üzgünüm.
Bu yazıya devam etmemeniz moraliniz için iyi olur.

Afyon İli Bolvadin İlçesinden bir öğretmen.
Öyle milli eğitimin istediği tipte sıradan ezberci falan değil
Yaratıcı ,kalbi insan sevgisiyle dolu.
Kimine göre marksist,kimine göre sosyalist,kimine göre ateist .
Bana göre şablonlara sığmayan bir insan.
Bir kadın,duyarlı ,tepkili,eylemci ve aydın.
Mahallesinde kapıcı çocuklarını okutan, ve bu çoçukların çoğu üniversite kazanan en kötüsü Boğaziçi matematik olduğu için üzülen bir kadın düşünün.
Fatihte köhne bir giriş katında ki evinde Cumhuriyetini Milliyetini keyifle ve inatla okuyan bir güzel insan.
Kısa yaşam öyküsü şöyle 30’lı yıllar doğum,Afyon’dan yeni şehri İstanbul’a gelerek sanat tarihi ve edebiyat öğretmenliği, 60’lı yıllar Yılmaz Güney’in rol arkadaşı şimdi AUSSİE(- Avustralya’da yaşayanlara verilen bir ad) eşiyle ayrılık ve okulun camından kendini aşağıya bırakarak 70 den sonrasını yatağında geçirme tercihi.
Oğlu ve annesi ,yaşamının özel yanı ancak genel yanı edebiyat ve çeviriler.
Evreni yatağından kucaklama sözü en çok ona yakışır.
Oğul 3 yaşında okur ,sıkıysa okumasın ülkenin en çok okuyan ve yazan kadını anasıdır. Burslar kazanır mustafası “gogannesinin” gururu onların umududur .
Umut asla bireysel veya paraya tahvil edilen bir beklenti değil,dünyaya yaşama ve insana dair umutlarıdır o koca kafalı dört gözlü kerataya bağlanan.
Boş çıkarmaz umutları ve doktor olur, ihtisas yapmak başarıysa başarılıdır ama en iyi üniversiteyi derecelerle bitirip,okulun en güzel kızını kapıp (benimde çile çektiğim) niğde ilinde mecburi hizmet sonrası abd’ye yerleşmek kendi tercihidir.
Sekizinci kitabı yayımlanıyor onlarca makale yüzlerce çeviri desek abartmayız sanırım.
Asla kötü bir şekilde söylenmemiştir anası, hasta yatağında oğlundan gelen kitabı ,resmi, mektubu ,nefesi beklerken.
Ve bir gün gelip bir tümör belası hiç bırakmadığı sigarasıyla işbirliği yapıp hücrelerini çoğaltmaya başlar.
O an anlar başına geleceği .
Dökülen saçları gibi ilerleyen hastalığı değil ülkenin rezil hali de etkilidir tatsız sona koşuşunda.
Ve bir gün sanırım son günlerine yakın serpili başındayken der ki yeğeninin yavrusuna;

“Allaha inanmıyorum,
atesitim
bundan asla pişman değilim
bu sözü tutasın aklında
eğer varsa O yukarıda
veya içimizde bir ulu yaradan
alsın canımı o an”

Sonra mı? Sonrası yaradana teist değil deist bir bağlılığımı pekiştiren vedası.
Sır mıydı söyledikleri? Sanmıyorum.
Sırın bir insana en değerli emanetinizi vermek olduğuna inanıyorum. Ancak ben bunu satmıyorum anlatıyorum ki en olumsuz anında bile ölümü düşünmeyen insanlığın destansı yüz aklarını anımsayalım.

Tatildeydim büyük halam öldüğünde
Göremedim geldiğimde son bir kez o yüzünü
Sözüm sana güzel halam
İnsanlar hala aynı bireysel kaygılarla uğraşmakta
Senin benden istediğin papatyalar olmadıysa
İçimin benimde karanlıklarla dolu olmasındandır.
Ve gelecek güzel günlere torunların gibi inanmamdandır.
Papatyalar içimizde,fikirlerin hala kafamızda
Sana öldü demem zor geliyor bana
İyi ki doğdun fatma hala
iyi ki doğdun
nazımın dizeleriyle bu gecikmeli kır çiçeklerimi kabul et lütfen

“Aklımda hep
İlkönce senden duyduğum
Çankırılı bir cümle var:
Pamukladı mıydı kavaklar
Kiraz gelir ardından.

Kavaklar pamukluyor Gazali’de,
Fakat
Görmüyor,üstat,
Kirazın geldiğini.
Ölüme ibadeti bundandır.

Şeker Ali yukarıda,koğuşta bağlama çalıyor.
Akşam.
Dışarıda çocuklar bağrışıyorlar.
Çeşmeden akıyor su.
Ve jandarma karakolunun
Akasyalara bağlı üç kurt yavrusu.
Açıldı demirlerin dışında
büyük laciverdi bahçem.

Asıl olan hayattır....

Beni unutma Hatçem...”

barış emek ergin ,Ankara Mart 2002

About Me

http://edebiyat1903.blogspot.com/ http://arkadyasitesi.blogspot.com/