Yazı,şiir,sinema ve öykülerden keyif alanlarla bir paylaşım denemesi,... Hoşgeldiniz sefalar getirdiniz

Saturday, June 16, 2007

Yılmaz Özdil’in bir köşeyazısı üzerine çeşitleme

Yılmaz Özdil’i öyle Serdar Turgut, Aydın Engin,Bekir Coşkun ve Işıl Özgentürk gibi 10 yıla yakındır tanıyıp okumam.En fazla 1 yıldır dikkatimi çeker olmuş ve günlük okuma beğenime hitap etmeye başlamıştı.
Kimbilir belki bu ileti gruplarında ki birileri iletmişte tanışmıştım ama artık sırf onun için Sabah alıyorum,Bekir Coşkun için Hürriyet aldığım gibi.

Ve bu aşağıda bazı bölümlerini seçtiğim yazı gelince ne kadar iyi ettiğimi düşündüm. Beni onla bilmedende olsa tanıştıranlara ve kendisine bir kuru, yavan am katıksız teşekkür olarak paylaşmak istedim,

“Ne arayan olur, ne de soran, böyle günlerde... Telefonun çalmaz.
Faturası gelir ama.
O hiç sekmez.
Unutmak istersin herşeyi...
Devlet seni unutmaz.
Dayarlar devamlı doğalgaz faturasını, elektrik faturasını, su faturasını...
Salvo.
Kafanı çıkaramazsın valla. Şarapnel yağmuru gibi gelir üstüne üstüne.
Ev sahibi var bi de.
Şunu farkedersin aniden...
Çalışırken, bir ay 30 gündür.
İşsizken, bir ay adeta 3 gün.
O kadar çabuk gelir faturalar.
Ya da sana öyle gelir.
Ve bir de şunu farkedersin...
Bir toplum var, bir de sen. Sen dışardasın. Sana ihtiyaç yok! Baksana, sen olmadan da devam ediyor hayat.
Neyse, abartma, yemek ye...
Lokmaları kolay yuttuğun söylenemese de, ye... Yaşadığını hissedersin en azından... Aslına bakarsan, işsiz güçsüzken daha çok acıkıyor sanki insan. Veya ne bileyim, yemek yemek bile iş oluyor, oyalanıyorsun...
Belki de ondan.
Kalkarsın mesela yataktan...
Vay anasını!
24 saat var daha!
24 saat!
Bu kadar uzun muydu bu 24 saat denilen hadise? Öyleymiş meğer...
Geçir, geçirebilirsen.
Neden bilmem, dilini falan çıkarıp bakarsın, aynada... Ulan, dil gri! Hasta mıyız yoksa? Yok yok... Gereğinden fazla kendini dinlemeye başladın. Moralin bozuk diye hastalık hastası olma.
Tıraş ol.
Çalışan erkek olmayı beceremedin, bakımlı ev kadını ol bari...
Televizyonu aç.
Kadın programları filan seyret.
Kadın programı dedim, aklıma geldi... Deli ediyor bu yemek programları beni... Bilene anlatıyorlar. İşi bilmiyorsan, işe yaramıyor. Sen yumurtayı kırana kadar, o hamuru tutuyor bile... Şeker ne kadar konacaktı? Bir çay bardağı mı, bir su bardağı mı? Ya tuz? Hangi ebattı kaşık? Allahın cezası, car car konuşacağına, versene şunu tekrar...
Vermez.
Ee-eeh!
Kapat, çık dışarı.
Arabayı alma. Suyla çalışmıyor. Para yok. Hem biliyorsun ki, ne zaman parasız kalsan, o zaman bozulur şanzuman denilen meret... İnadına masraf çıkarır... Zaten, hanım ses çıkarmıyor ama, bulaşık makinesi de bozuk. Sen istediğin kadar salağa yat. Bozuk işte.
Neyse, yürü...
Gez biraz.
Elin cebinde, açılırsın.
Bak millet işe gidiyor...
Bey gibi direksiyonda elalem.
... Sana ne?
Bana ne ama... Öyle.
İyi iyi, uzatma, kaç oldu saat?
Daha 14.00...
Akşama yıllar var.
Sakın gitme eve... Çocuk okuldan geldiğinde, seni otururken görmesin. Belli etmiyor ama, kahroluyor. Arkadaşları sorsa, "senin baban çalışmıyor mu" diye? Ne cevap verecek? Havanın kararmasını bekle, en iyisi... Herkesin babası ne zaman geliyorsa, o zaman...
O zamana kadar?
Taksim'e git bari.
Gitmem kardeşim... Çok genç işsiz var orada. Senin saçın başın ağarmış, hâlâ iş arıyorsun, garip bir duygu, olmuyor, eziyor insanı... Gitmem.
Boğaz'a git...
E dün de gittik.
Gemileri sayarsın...
Saydık ya!
Hem zaten, sayıyoruz sayıyoruz, gemi gidiyor, sen kalıyorsun. O fena. Bir de şurası çok matrak... Dikkat ettim, işi olanlar restorana oturuyor, sırtı Boğaz'a dönük... İşsiz olanlar banka oturuyor, yüzü Boğaz'a dönük... Ben Boğaz'ın yerinde olsam, sırtını dönenlerin yüzüne bile bakmam.
Anlaşıldı...
Kendi kendine konuşmaya başladığına göre, kafayı yiyorsun galiba... Gir bir kahveye, haber maber seyredersin... Ne diyor bak spiker?
"İşsizlik geriledi sayın seyirciler... Yüzde 11.4 düzeyindeki işsizlik oranı, yüzde 10.4'e düştü."
Şahane yahu!

Aslında not alsan bunları fena olmaz... Yarın öbür gün gazetede mazetede işe girersen, yazarsın belki... “

yazının tamamı için http://www.sabah.com.tr/ozdil.html 16 haziran 2007

İngiliz sosyalist yönetmen Ken Loach filmlerinde kapitalizmin ezdiği yaşamları işler.
Aylaklar,işsizler,alkolikler yani ayak takımıdır kamerasının ucundakiler.
Ve bir filminde, kahraman olması sadece o filme özgü oyuncu derki
“ işsizsen kafana hergün taş yağar”

Bu işsizliği salt düzenli bir maaş arayışı diye görmemeli,
Dürüst Esnafın siftahsız kapaması, bozuk varmı diye uzatılan paranın tamamının dahi kasasında olmaması,
İyi niyetli Memurun gün boyu hiçbir şey yapamaması,
Ciddi Müteahitin çekini ödeyeceği hakedişinin kalmaması,
Onurlu Sanayicinin personelinin ssk primini yatıramayacak derecede daralması da
İnsana değer veren doktorun muayenehanesinin kirasını kara kara düşünmesi
Pırıl pırıl öğretim görevlilerin ek işsiz aysonunu çok ama çok zor getirebilmesi
Işsizliğin,verimsizliğin farklı türleri sayılamazmı acaba?
Yani üretememek, ürettiğinin değerini alamamak anlamında bir işsizlik,güçsüzlük hali.
Meslek ve okuldaşım 36 yıllık mühendis Mehmet Eroğlu’nu getirdi, ODTÜ Edebiyat Klubü Başkanı Yazar Sevgili Şule Şahin. “Zaman’ın Manzarası”adlı romanını 1,5 günde bitirerek koştum bu önemli yazarın ,keyifli söyleşisine. Kitabında “ düzenli işe gitme gibi kötü bir alışkanlığı olmayan”kahramanı tüm roman kahramanları gibi epik bir senfoni gibiydi. bir bankacı gencin “siz yazar olan Mehmet Eroğlu iseniz neden çalışıyorsunuz sorusunun bardağı taşırmasıyla 2000’den beri mesleğimizi bırakan ağabeyimize dalıp düşünmemek, sözlerinde zamanın özgürlüğü sembolize eden engin manzarasından etkilenmemek zordu.

Böyle mi yapmalı , peki ya önce nereden geldim, ya sonra nereye gidilecek,

Mesleğimin ilk 10 yılıma ışık veren ve siyasi bir kazaya kurban olan trenin once şaşkın bir yolcusu, ardından hırslı makinistlerindendim.
Sahipleri istedi yol buraya kadardı demek kolaycılık ama hiç acımadım emeğime, hiç düşünmedim gerçek değeri bumuydu diye.
Saygı gösterdim ve hep değer verdiğim ekibin parçası oldum,önem verdiğim alt ekiplerim oldu.
Geçen yüzıilda parçası olmaktan tek taraflı gurur duyduğum (bir çalıştı belgesi bile verilmeyen) firmayla yaşadığım 94 krizi, 99 depremi, 21.yüzyılda ise yine şantiyelerde gördüğüm anayasa kitapçığı ve 11 eylül geldi oturdu meslek yaşamının o hazımsız midesine.
Sadece makro krizler değil mikro etkilerdi bizleri ya da en dar anlamda beni hala bir kavak yeli gibi sağa sola savuran

Geride ne var diye bakıyorum 18 yıllık iş yaşamımda,
Yaşamını ve aileni sağlığınla getirebilmişsin bu güne kadar ne güzel,
Okuduğun okulda çocuk okutabilmişsin mesela,
Bir ev bir araba sahibi olmuşsun karı koca,
Işinle mesleğin hep çakışmış, çelişmiş son 5 yılda
Ama öyle ayları bulan boşluk yaşamamışsın
Avustralya ve latin amerika dışındaki tüm kıtalarda
30a yakın ülkede konaklamış,
40i aşkın yerde bulunmuşsun.
Birde bazı dostların olmuş
Çok sevdiğin
Sevdiklerini sandığın
Uğurlarında fedakarlık yaptığın
Bir görmek için onlarca yol teptiğin
Bir ses duymak için çırpındığın
Her an olamasa da düşündüklerini bildiğin
Kalbinde, ailenden sonra bir yer açtığın
Her derdini onlar demeden anlamaya çalıştığın, seni anlamasını beklediğin
Çok ama çok önemsediğin
Seni bir lafa ,bir yanlışa silmez dediğin
Gözlerine bakamasada
Kalbinde hissettiğin
Dostlar,arkadaşlar,kardeşler,yoldaşlar,sevgililer

Sahteden düzelmiş gösterilen bu günlük yaşamın ekonomik darboğazlarında
Güngeçtikçe dayanması zorlaşan bu alabildiğine acımasız yaşamda
Düştüğünde dostunun olmadığı bitmeyen sürgit bir kahpe mücadelede
Iyi ki varsınız
Dilerim hep öyle kalırsınız
Yılmaz Özdil’in dediği gibi
“Aslında not alsan bunları fena olmaz... Yarın öbür gün gazetede mazetede işe girersen, yazarsın belki... “
Barış Emek Ergin Haziran 2007 Ankara

Wednesday, June 06, 2007

bir aclik grevinde akranimin kaybina dair

Muharrem Horoz

1967 Sivas doğumlu

nere ölümlü tam bilinemiyor

koğuş mu, revirmi, idari bölümmü cokta farketmiyor

sadece makine mühendisi olduğunu yazmışlar

30. ölüm olduğunu da ,malum ölümüne oruçlarda



birde tutuklu olduğunu yazmışlar

yani suçu daha kesinleşmemiş

bizler gibi biri olabilirmiş belki,

belki de hakikaten devletin valisinin arabasına

veya pülümürde ki karakoldaki yiğit kardeşlerime

ya da anafartalar çarsındaki masumlara bombayla saldıran adamlardandır.

Bilmiyorum hangisi doğru.

Herşey o kadar karışık ki.

Aslında merakta etmiyorum.

ne fark eder doğrusunu bilsem .

öldü o.

ve inandığı doğrultuda iki yüz güne yakın aç kaldı.



Mühendisti, akranımdı.

kahretsin.



Radyoda bir haber geliyor kulağıma.

ira ile demokrasi beşiği ingiltere görüşme yapıyormuş,silah bırakacaklarmış.

Eta ispanya’da eylemlere tekrar başlayacakmış.

Birde demirelin-bir diğer mesletaşımın, o geniş suratı gözüme geliyor.”devletimiz teröristle pazarlık yapmaz”.

Afganistan’da güzellikleri koruma kötülükleri engelleme bakanı bir şey demiş.

Lübnanveya afrika karışıkmış.İsrail hiç durulmamış.

Nefret ediyorum bu kavgadan ,dövüşten, kandan.



Derin halk ekonomik krizde gençleri-kandırılmışta olsa,ölmede.

Esir halk örgütsüz,geleceği hapislerde.

Doğru nedir.Nerede başlar yaşama sevinci, nerede biter umutlar.Ses verin dostlar.



Midem bulanıyor.



Ölüsevici toplumdan iğreniyorum ,intihar edene ;atla atla diye bağıran mahalle gencinden,linçlerden çıkar uman, Köpeğini de insanını da sevemeyenlere kadar pekçoğu içimi kaldırıyor.



Ve ben inanamıyorum bir tutuklunun ölümüne izin veren zihniyetle, teşvik eden otoriteye.

Birileri birşeyler yapmalı diyeceğim ama hepimiz koşturmadayız biliyorum.ölümüne koşturma.





30. insanda bilemediğim , bilemeyeceğim

Tanımadığım ,tanıyamayacağım yapısıyla uzaklara gitmelerde.



Bir yer daha var biliyorum

Anlatmak ne mümkün

Yakınındayım ,anlatamıyorum

diyen şair gibi karmakarışığım.



Darmadağınığım.

Üzgünüm.



Çok ama üzgünüm.



O kolejlerde ve odtüde okusaydı belki bana yazacaktı satırları.



Güle güle demeye dilim varmıyor ama



Aşk olsun sana be çocuk

Aşk olsun.



Barış Emek Ergin ilk kaleme alınış Ağustos 2001



İkinci sadece şekilsel ve ufak düzeltmeleri, haziran 2007 Mehmet Eroğlu’lu odtü edebiyat klubü toplantısı sonrası

About Me

http://edebiyat1903.blogspot.com/ http://arkadyasitesi.blogspot.com/