Yazı,şiir,sinema ve öykülerden keyif alanlarla bir paylaşım denemesi,... Hoşgeldiniz sefalar getirdiniz

Sunday, December 09, 2007

iyi ki doğdun ece -biyografi 4 lemesi

4 can parçasından ECE’yle başlangıç denemesi...

4 can parçamı anlatmayı denemek isterim 4 yazının ilkiyle

4 köşemin koordinatları benim şöyledir

Biri 1926lı

Biri 1946

Biri 1971-sonu))

Biri 1996

Sevgili Eşim gibi

Hepsi 20.asır doğumlu

21.yüzyıl yaşamlı

Bende ölümsüzler

Sonsuzlukla eşdeğerliler

Ülkemi kuşatan iğrenç taasup eksenli kadını yok sayan mürtecilere inat

Rüzgarlara yenilmeyen birer mum aleviler

Eski Geçmiş, Yakın Geçmiş, Şimdiki Zaman ve Gelecekler

Zaman,Akıl,Kuvvet ve güzellikler

Ancak kısa bir giriş yapıp takdim gerek hepsine dair

26lı olandan başlamalıyım doğal olarak

Nazende sevgilim, Afyonlu

Sarışın mavi gözlü

14 ünde dedeme kaçan

Ağa kızı

Çakırların Süzmelerin bir tanesi

Kızı fahriye gibi

Ortaköyün en güzelleriydiler

Benim annem olur kendileri

Lido da nişan yüzme ihtisasta yaşam

İstanbul hukuk öğrencisiyken babama selam

Gönlüne onu kazıyan ve kapında bekleyen onca adam

Kastamonunun nadir aydın ve zeki mühendislerinden biriyle yola devam

3. kuşaksa bu dörtlemenin yani bu yazının başlığı ve amacı

Ece, Ecem

Devrim özgür diye beklenen, Canım kardeşim benim

İstanbullu hemşerim, kıskanmıştım 4 yaş aklıyla

İstinyeden Yuvadan kaçıp Sarıyer evimizde onu görmek istemiştim

Çok tepeledim sözle gagaladım, gereksizce bazen evde- okulda

Kolejde ilk kavgamı, ilk attığım yumruğu

Onun yemek sırasını alan bir çocuğun ağabeyiyle yaptım

İlk nefretim onu üzenlere oldu,

Canını yakana son kızgınlığımdan doğan boğazımda ki yumru da aynı sebepledir.

Evin hep küçük kızı oldu

Hala da koca bir abla olsa da öyle

Babam evden gittiğinde

Babası olmaya çalıştım 10 yaş aklımla

Hiç üzülmesin istedim

Hep gülsün diledim

Yapabildimmi

Felek aman vermedi

89da Koleji bitirdi benim karındaşım

93 de ODTÜ İşletmeyi

London School O f Economics –LSE Yüksek lisansında derece yaptı

Fransa da da okudu ilave İstanbul ve Ankarada da eğitim programlarına katıldı.
almanca italyanca ve fransızcayı yanına kattı tüm kurları bitirerek ingilizcesine

Ders çalışmayı çok sevdi birde köpekleri

Annemi ve beni öyle mutlu etti.

Hala gözümdedir bir ortaköy ayazında

Günle gece daha devir teslim yaparken ama sonuçya aydınlığın kazanacağı kesinken

Tüm Dereboyu caddesi mahallesinin bilcümlr kedi köpeğini besleyip

Klisenin duvarında ki kediye ciğer atma uğraşımız

Hala araba bagajında kedi köpek mamasıyla dolaşır

Milyarlık giysilerinde sokak köpeği pati izi taşır

Bağımsız ve Özgün Sinema aşığıdır

Fotoğrafı sever -Çok okur -Çok gezer

İşinde de başarılıdır -Kardeşim diye demiyorum

Ama hakikaten iyi insandır

Bugün onun doğum günü

Ve ben her yıl 9 aralıkta biriyle kardeş olmanın ne demek olduğunu

Nasıl asil bir yaşam biçimi sürdürdüğünü

Karşılıksız sevmenin

Sözde değil özde kardeşliğin ne olması gerektiğini

anlarım

ardından pişmanlık duyarım

yavruma bu kardeş sahipliği mutluluğu veremedim diye

İyi ki vardır

Doğumgünü kutlanmalıdır

ve son söz kızım

12sinde

Halasını gördü

Babaannesinide

Ve nenesiyle yürüdü

Daha büyük mutluluk olurmu sizce

Ve kızım benim

Kardeşimin tıpatıp aynısıdır

Kolej resimlerini siyah beyaz gören Ilgını ece sanmadadır

Ecemin çocuğu henüz olmadı

Ama benim çocuğum onun kopyası oldu

Ben kardeşime iyi bir yaşam veremedim

Ama kızımı ona benzettiğimize çok sevinirim

Sağol İpek Sağol Anne-Baba

Hep ol

Ve mutlu ol

Canım kardeşim

Seni sevdiğimi bilirsin

Nice nice yıllara Ece

Nice nice aydınlık günlere

Nice Nice...

Seni sevmekten dört köşe mutlu ağabeyin

Wednesday, October 24, 2007

sehitlerimize olen ve oldurenlerin olmayacagi gunlere

1 siir 1 resime bakti gunlerden birgun

Hani olmaz ama belki masal olsun istedi ;

1 kahve fincani vardi o suluboya resimde

Trakya isi ya da iznik belki ama mutlaka ince bir ruh eseriydi

Aynen ressami bilinmeyen bir tabloydu

mesela seker ahmet pasa tadinda

Yillardir kendilerini resimde ve gercekte tamamlayan bu iki parca can

Altliginin solmus sirlarina uzulen;

bu kulbu kopuk fincan

Digerine bunu hissetirmemeye ozenliydi

Iclerinde tuttuklari aci kahve

Sanki onlar gibi idi

Kara,koyu, agir ama sicak

Ve o siiri dinledi o resim

Diyaribekirli ahmet ariften

`Sus, kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aymışam yarı gece,
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu.
Bir daha hangi ana doğurur bizi?

Ruhum...
Mısra çekiyorum, haberin olsun
Çarşıların en küçük meyhanesi bu,
Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
Derimizin altında o ölüm namussuzu...
,,,
Ağlıyor yeşil.`

Tam 25 yil olmus

Siirin resme seslenmemesi

Resminde ona aradigini gosterememesi

40 binleri bulmus

Kardesin kardesi vurmasi

Kahve fincanin altligindan ayrilmasi

Terorun tabutlara sardigi al bayraginda,

sehitlerin kara kurdelesinin golgesinde

susmus siir, kararmis resim

uzgunmus kahve fincani

bir de ipekmendil

Cok eski bir anneanne sandiginin ta en dibinde

Kenarlari islemeli

bembeyazken beje donen tertemiz bir mendil

Aslinda yasanmamis asklari anlatmasi gerekirken

bir dogumgununde kalp olup sevgiliye verilemeyen

bir bej

ipek

islemeli

mendil

Bir genc kiz cocugun gozlerindeki yesillige gidiyor elinde olmadan

Bu kez titrek solgun Edip Canseverin siiri duyuluyor

`
Boynu bükük duruyorsam eğer
içimden böyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet Abim benim
insan yasadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
...
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anisi işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye`ye Ahmet Abi.
...
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun cabuk
...
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cigaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...

Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır

Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli degil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
işte o kadar.

Ahmet Abi, güzelim,

bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil,

bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.`

Baris Emek Ergin

Uskup Makedonya Ekim2007

Friday, September 21, 2007

hirsizin guncesi

Bir hırsızım ben

Bildiginiz ama görmezden gelip adi suçlu dediğiniz

1988 erzincan tercan doğu(m)luyum,

1989 dan beri hepinizden cok istanbulluyum,

Mendil sattim ,cam sildim,tiner aldim,kapkac yaptim

9 kardesin en ama en atağıydım

Annem temizliğe gelirdi belki evinize

Babam kahvedeki bir kavgadan mezara giderken.

Okusaydım böyle olurmuydum,

Tam bir geyik ve palavra,

Hanginiz ayda 9 milyar kazandı benim yaşımda

Hanginiz pavyonda benim gibi ilgi gördü, esrar içti, kadin seçti

dedim ya bir hirsizim ben, sizin begenmediginizden

10 arkadasimla, kurtlar vadisi cetesi umraniyeyiz diyen

Hemsehrimiz polis muhammet abiye hürmet ve selam eden

Ama su satirlari ileten Abiye kızan,Bir hırsızım ben,

Bu abi Barış Emek Ergin

İstanbul 68 doğumluymuş

Kardeşinin yepyeni passatının bagajında

Anıları,Fotoğrafları,Yazıları,

Ve geçmişini unutmuş,

Kanyonda durunca almak farz olmuş,

Ama tüm yazılarını okuyunca

Bu abiye biraz yazık olmuş

O da benim gibi ve karakolda ki polis abiler gibi beşiktaşlıymış

Çaldığım defterde yazan Kredi kartlarından anlaşılmış

Birde okulmu neyse şu kolej ve odtu denileni çok severmiş

Oradan mezun birsürü kişiye yazdığı

ve aldığı maili okuyunca anladım

Dunyayi gezersen

yasamin derdini okuldaşlarınla eğlenirsen

Ee bu bagajdan çantanı almakta da benim hakkım be abi

isin bence ilginci

bostancida bir eve girdi 3 arkadasim

evlere takilmam yok ben arabaciyim

yine bu abinin 80 yasinda ki anneannesinin Bostanci da ki evine girmisler

yok tabi istanbulda girilmeyen ev girilenden az ama

bu evi bizim oglanlar 4. defa ziyaret etmisler

gupegunduz tum apartmani selamlamislar

yine yanlarina bu sefer 60 yili buln bir suru ani almislar


Biz hirsiziz,Ben hırsızım ama pişman değilim

Rahşanı cok severim ,

Abilerimi tahliye etti diye

Tayyibe taparım,

Bize ve ezilenlere tercüman oldu diye

Güle minnettarım, Atatürke inat

İlk kez çankayada benim sesim oldu diye,

o gri çorabı ve badem bıyığıyla,tam benim gibilerin olmasa da yüzde 47mizin cumhurbaşkanı

Ve bu abiye,anneannesine,bu maili ilettilerine,ileteceklerine üzüldüm ama hiç ısınamadım

Ne bana, onun ve arkadaşlarının,

gösterdikleri güleryüzü anladım

Ne de sanat,edebiyat ve öğretimden önce eğitim çığlıklarını

Ben bu adamı ve temsil ettikleri sevmedim,

Ondandır tüm özellerini çalmam,

Pişman değilim

Asla da olmam,

Durmak yok

Yola devam



--
Baris Emek Ergin

Saturday, September 15, 2007

masal uzerine bir derleme

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellâl iken, pire berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, babam düştü beşikten, ben fırladım eşikten, babam kaptı küreği, annem aldı maşayı, gösterdiler kapının ardındaki köşeyi, bir baktım ki ne göreyim

Uzak Ülkelerin birinde iyi ve aydınlıklar içinde bir üniversite varmış ,

Bu üniversiteden mezun olanlar vişne bahçelerinde yer, yüzer, gezer, spor yaparlarmış.Sadece keyif değil ne olacak bu memleketin hali diye toplanır, düşünür, üretirlermiş. Gencecik fidanlara burs verir, edebiyat toplantıları yapar 100 ytl’ye okul yapacağız diye didinip dururlarmış.

O güzel işleri yapanlardan biri demiş ki “Türk Edebiyatında Masalı “bir araştırsak ne iyi olurmuş.Derleyici durumdan vazife çıkarmış ve hemen göreve başlamış.

Önce sihirli küresi olmadığından deniz kabuğunu zarifçe kızının saçını tarar gibi okşamış, ardından denizatına binmiş ve yazmaya başlamış:

Olağanüstü öğe, kahraman ve olaylara yer veren öykülere masal denir. Pertev Naili Boratav’ın (1907-1998)yazdığı şekliyle ise, masal , tamamıyla hayal ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarına inandırmak iddiası olmayan kısa bir anlatıdır .“

Biçimi ve evrimi bakımından masalı romandan ayırmak kolay olduğu halde, masal ile hikâye arasında kesin bir sınır çizmek hayli zordur. Başlangıçta hikâye diye, masallara göre daha gerçekçi konuları işleyen anlatılara denirdi; fakat zamanla bir anlatının, masal mı hikâye mi olduğunu ayırt etmek yazarlarının bile içinden kolay kolay çıkamadıkları bir mesele halini aldı. Hikâye aslında romanın kısasıdır ve özellikle günümüzde anlatanın damgasını taşıyan masalın esnekliğine karşı bir dereceye kadar nesnellik ölçüleri içinde gelişir.”

Demiş ve masalın tarihî evrimini belirlemek öteki edebî türlerin evrimini belirlemekten daha zordur okuldaşlarım diye devam etmiş;

“Çeşitli kabullere göre türleri olan masallardan ilk grup sayılabilecek Hayvan Masallarına (Fabl) örnek,Bey ile Horoz, Keloğlan ile Eşeği masallarıdır. 2. olarak olağanüstü masallarda peri, cin, dev anası gibi tabiatüstü varlıklara rastlanır. Hayvanlar, hayvan masallarında olduğu gibi, insan rolünde değil, tabiat dışı varlıklar seklindedir. Olaylar da, kişiler gibi olağanüstüdür (Rüzgâr Dev, Tık Tık Kabacık masalları gibi)
3.grupta gerçekçi masallar, Şehzadeler, sultanlar, padişahlar, bezirganlar, hocalar, kadılar, yoksul ailelerin genellikle en küçük kız veya oğulları Türk masallarının bu çeşidinin ana kişileridir. Bamsı Beyrek Masalı, Akıllı Terzi Kızı v.b. masallardır.
4. olarak mizahi hikâyeler, yalanlamalar vardır ki,Bekri Mustafa, İncili Çavuş, bektaşi, yörük, uşak-efendi, asker-subay, ana-baba, karıkoca fıkraları ve hikâyeleri bunlara örnektir.
5. ve son olarak zincirlemeli masallara yani tek bir masalla kalmayıp birden fazla masaldan oluşanlara yani grup masallarına örnek, yine ve yeniden Keloğlan, Sırça Köşk masallarıdır.

Biz Türkler de hani çok eskiden Kürt- Laz- Gürcü- Mürteci vd.ayrımlarının olmadığı özel ve güzel günlerde,Hint, Arap ve Iran kökenli masallara büyük ilgi göstermişiz.
Çeviri ve uyarlama yoluyla Türkçe’ye kazandırılan Binbir Gece Masalları, Bahtiyarname, Sinbadname gibi yapıtlar , Halk Masallarımızı çok etkilemiştir. İlk Türkçe masal kitabı , Devrimde kafasını kaybeden 16.Lui Fransa’sında basıldığı rivayet edilen Cumhuriyet döneminde İ.Kunoş adlı Macar bilim adamı ve Tahir Alangu(1915-1973) taraflarından derlenen Billur Köşk Masalları’dır.14 ayrı tip masaldan oluşur. İstanbul - Yemen-İran-Hindistan eksenli ortak bir sözel kültür kesitini içinde barındıran bu masallarda, 'anlatıcı'nın okurla paylaşmak istediği 'kaygılar'ı irdelediğimizde, odağında insanın yer aldığı 'evrensel bir düzen ve uyum' arayışı içinde olduğunu görürüz.”

insan odaklı Evrensel düzen ve uyum” ne yüce bir ideal diye düşünüp uzun ve dertli bir şekilde derin derin soluklanmış derleyici.

“Türk edebiyâtında on sekizinci yüzyıl yazarlarından Giritli Aziz Efendi, türlü kaynaklardan derlediği Muhayyelât’ını yazmıştır. Türk edebiyatında Tanzimat'tan sonra yazılan ilk roman ve hikâyelerde masal unsurları geniş ölçüde kullanıldı. Ahmed Midhat Efendi, Sabahattin Ali (Sırça Köşk), Aziz Nesin (Büyükler İçin Masallar) gibi yazarlar yeni Türk edebiyatında çağdaş meseleleri ele alırken masal unsurlarını kullanılmıştır. “

Aziz Nesin deyince derleyicinin içinde ince bir sızı, gözlerinde 37 parça buğu oluşmuş çoğu dinleyici gibi.

Türk masallarını derleme ve inceleme çalışmaları Cumhuriyet döneminde yoğunlaşmış, Ziya Gökalp (Altın Işık), Tahir Alangu (Keloğlan Masalları) ve Naki Tezel (İstanbul Masalları) derledikleri masalları edebi bir biçim vererek yayımlamışlardır; büyük masalcılarımızdan Eflatun Cem Güney de “Açıl Sofram Açıl” ve “Dede Korkut Masalları” ile bir çok ödül almıştır. Daha sonra Orhan Veli Kanık La Fontaine’den çevirmeler yapmış, Nasreddin Hoca fıkralarını akıcı bir dille yazarak yeniden dilimize kazandırmış.”
demiş

onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine diyerek bu masalımsıyı sizlere anlatıp sihirli halısına atlayıp gidecekken derleyici, aklına bir soru takılmış

Gerçekten daha gerçek olan bir şey var midir?”

Evet vardir.

Masal diye yanıtlamış çünkü Kazancakis’in de dediği gibi

Geçici olan gerçeğe kalıcı anlamını Masal Verir

O sırada fonda bir Kayahan müziği ünlemiş :

“..dinle yavrucuğum
hayat bir masaldır
kurtlarla kuzular birlikte yaşar
bazan geçmez günler
bazan akşam olmaz
bazan unutursun
bazan mümkün olmaz...”

Barış Emek Ergin

CE 1989

KAYNAKÇA

  • 100 soruda Türk Halk Edebiyatı; Pertev Naili Boratav
  • Türk Masalları-Naki Tezel
  • Billur Köşk Masalları
  • http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Masal
  • Ana Britannica
  • Internette anonim yeralanlardan 10’a yakın sayfa

Friday, August 10, 2007

anadolumdan 2 gercek kadin kesiti

Aylardan Ağustos,
Yıllardan 2007,

Birinci kadın Susuz Köy Ankara’dan,
Oran ormanı yanı yürüyüş yolunda gece saat 11 de,
Siyah bir Sorento Jeep içinde
Yoldan kaldırıma çıkmış,
Ağaca vurmuş,
Farları ve kontağı açık,
Hava yastıkları üzerine yaslanmış
Hıçkırıyor, katılarak ağlıyor
Ayağı 4-4 lük bir ritmi istemsiz vuruyor
Bronzlaşmış yüzü bayılacak gibi
Yaşı 35,
Güzel değil ama İstanbul’un bakımlı ve baktıran kadınlarından farksız
Arabanın camına yaklaşıldığının farkında bile değil,
Ağlamaktan midesi buruluyor,
Çıkaramıyor ama kasılıyor,
20 dakika kadar sonra siyah bir 2008 7.35 BMW geliyor,
“Eşiyim” diyor
“Tartıştıkta biraz”
Biraz?
Oysa çoktan polise haber verilmiş
Ve malum bu zamanda kimseye güven yok ya
Ardından karakol ve ambulans
Sonrası muğlâk,
Ne yaşadılar?
Neydi bu ölümüne kavga?
Anlaşılması çok zor
Hele ki uzaktan,
Tek merakım değer miydi?

İkinci Kadın Erzurum’un Çat ilçesinin bir köyünden,
Ankara da ki ile aynı yaşlarda bir kadın ama 50lerinde gösteriyor.
Simsiyah çarşaftan çıkan yorgun gözleri,
Ve onu çerçeveleyen kırışıklıkları söylüyor.
Hastanede,
Bayan doktor istiyor,
6 gündür ateşliymiş,
Halsizliği artık iş yapmasına engel olunca,
Beyi bir getireyim demiş.
Ahıra hayvanlara girdiğinde,
Kulağını bir şey kaşındırmış
Köy yeri olur öyle durumlar deyip geçilmiş

Maalesef ilk teşhis,
Kene ısırmasına bağlı Kırım Kongo hastalığıymış.
Ne o nefis Kırımı gördü, ne de kendinden yoksul Kongo’yu oysa.
Ve korkarak göreceğimden
Yüzünü tekrar örttü
Ve belki de son yolculuğuna giderken
Son 2 gününde yine inandığı gibi namuslu yaşamayı istedi

İster Ankara’da, ister Erzurum’da
İster Mali, Bamako’da, ister Afganistan Herat’ta
Çocuklar gibi
Kadınlarda ağlatılmasın, dövülmesin
Öldürülmesin demek kolayda
Uygulamak o kadar zor ki

Keşke 60 yıl öncesinin Nazım’ın dizeleri artık geçerli olmasa

“ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar
bizim kadınlarımız .....”



Barış Emek Ergin Erzurum 2007

Saturday, July 28, 2007

giden- küsen mi sucludur her zaman

Atatürkçülük ideolojisi anayasa’dan çıkarılmalı imiş,
Böyle buyurmuş Zerdüşt değil ,anayasa profesörü AKP Mersin vekili Zafer Üskül,
Bu ciddi çıkış konuşulur elbet, çok detay konuşulması da gerek.
Yine aynı eksende, aşağılama olarak gelen Laikçiler ve Türkiyelilik sözleri çokça duyulur , konuşulur oldu.
Ancak şu 14 nisan ruhu denen ve Tandoğan’da doğan “bin’dirilmiş” kıtalarla rövanşı alacak gibi duran güçlü halk iktidarı sayesinde,
Çankaya’ya 16 yıldızlı sancağın üstüne türbanı dikerken, 15 devleti batırmış olan atalarımızla aynı yolda olduğumuzu vurgulayacağız gibi görünüyor.

2007 Seçiminin esas ve tek mağduru Atatürkçülerdir.
Ne yaşama şekillerine yönelik korkularına adres bulabilmişler, ne de saflarını sık tutarak “Sıradan Faşizme” geçit yok diyebilmişlerdir.
Öte yandan 2. cumhuriyetçi, ordu düşmanları ve büyük sermaye gibi tartışmasız galiplerden olan simitçi, kahveci, gazozcu kardeşlerime çok ama çok kırgınım. Yok yıllardır onların umurunda olmadığımı ama onları umursadığımı biliyorum fakat hangi zihniyet ülkesini İslam ülkesinden ayıran , petrolsüzken en itibarlı Müslüman çoğunluğun yaşadığı modern bir cumhuriyetin temelini sarsar, bindiği dalı kesmeye kalkar.

Masum Bir bebekten, badem bıyıklı AKP’li nasıl yaratıldı diye soruyorum?
Küçükten itibaren başlayan göç, okumada fırsat eşitsizliği, işsizlik, aydın despotizmi, bir sürü kardeş akraba çocuklar,
sırada beklemeyen, yerlere tüküren, hasbelkader geçtiği sofrada bıçağı gerekli görmeyen, saygısızca araba kullanan , toplu taşım vasıtalarını itiş kakış kalitesizliğe iten gençler
deodorantsız teni ile ter kokusuna boğan, orta refüjlerde ve kavşaklarda mangalı bir ara haberleşme enstrümanı gibi yakan,
ayak kokusunu ağır gül kolonyası ile bastırılan camilerde karşılaştığım bilcümle yani eğitilse de kültürsüz “yüce” ana-babaların
yarattığı bu ucube seçim sonucu için diyecek söz bulamıyor ancak yaptıkları seçime de saygı gösteremiyorum.
İstikrar kılıfında ki söylemleriyle etnik köken Mandacılarla, ölümüne mallarımızı satıp savan borsa aşıklarıyla, yüzsüzce –onursuzca ısrar eden AB kapısının kullarıyla, kökten Atatürk düşmanlarıyla epeydir dostluğum yoktu ama halkıma küskünlüğüm yeni, bu ilk kez oldu.

Her ne kadar “yılgınlık yok direniş var “sözünü sevsem de bu aralar kulağımda yine ve yeniden aynı nakarat
“kimdi giden, kimdi kalan
Giden mi suçludur her zaman?
Ne zaman başlar ayrılıklar
Dostluklar biter ne zaman?”


(C) 2007 Barış Emek Ergin YASAL UYARI: Bu mesajım dahil blog ve bu listelerde yayınlanmış tüm yazı ve mesajlarım sadece bu listeler (ODTU Insaat,Ted-Odtu ve Ankara koleji mezunları) üyeleri tarafından ve sadece liste içinde okunabilir. Yazılarımın kısmen veya tamamen elektronik veya başka bir ortamda yayınlanması ancak tarafımdan izin alınması ile olanaklıdır. Bunun dışında böyle bir tasarruf T.C. ve Uluslararası Copyright kanunlarına aykırı olacaktır.

Monday, July 02, 2007

Ben O gün Öldüm Gülüm

O gün bir öylesine gündü kiminiz için,işte öyle sıradan yavan ve mesai saatlerinin arasında belkide iş arama koşusunda yitip gitti.

Bitmesi de gerekirdi normal olarak ,öyle aylar boyu süren günler olmaz ki .

Bitmedi benim günüm veya sizinki de belki.

Yine bir keskin iç bulantısı hakimdi.

İçimin havası Ankara’nın 78 kışı gibi ağırdı.

Aydınlık görmememi sağlamıyor,köy irisi kuru şehir kasvete hakimim derken ,sevgilim o denizi olan şehir beni ferahlatamıyordu.

Ben her sene iki kere böyle olurum ,bekliyordum bu kasveti ve hiçte gecikmeden geldi oturdu en güzel yerime,kalbime ve komut yolladı beyine bir düş hekimi yazısı gibi

” ben bugün kan pompalamıyorum,sen bir hal çaresini buluver benim aklım başka bir yerlerdeyken görevimi yapamayacağım."

Beyin her zaman ki rasyonel tavrıyla bu duygusal kalbe yanıt verdi

"saçmalama,bir insan öldü diye sende ölümü düşünemezsin ve ölü sevicilik-nekrofili uymaz sana."

hani 10 yıl komşuluk yaptığın Ertuğrul Özkök yazmış :

“Sivas’ı böylesine anmamalı,...”

aklını başına almalı diyen beyine kalp cevabı yapıştırdı

"vefa boza markası mı sor o iyi yazara ”



Bu ikilemi hep yaşarım ve bu çatışma kolay bitmez bilirim.

Kalbimin sesini dinleyerek sizlere aktarmazsam çektiklerimi nasıl rahatlanır ki?

Sen Yanmazsan/Ben Yanmazsam/nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa dediğince şairin,

Nerede o aydınlık

Her yer makberde ki gibi zifiri karanlık

Ve nerede güzel insanlar

Korkuyorum

Ben her 2 temmuz böyle olurum birde 24 ocak

Ancak ben eminim bu işin sonu doğruya ulaşacak

Ve dilerim her şey güzel olacak, sadece film adı olarak kalmayacak



2 temmuz 1993 Pakistan’da otoyol yaparken ekrandan gördüm

ve İnönü’yü düşününce rahatladım mutlaka çözerdi mutlaka bir şeyler yapar o Madımak Adlı kalleş mekanı bir "Sivas Ellerinde Türküm Çalınır"a döndürmezdi.

Yapmadı,yapamadı,yaptırmadılar belki ,ben küstüm ona kırıldım çok ağladım ve hiçbir şey değil benimkisi biliyorum.

37 kişi mezara girdi,100 kişi hapse atıldı ve toplum ikiye ayrıldı ne yazık.

“ unutmak ve af etmek iyilerin öcüdür”

Öç almak istemiyorum,unutamıyorum bir insanın diğerine yapabileceği en büyük kötülüğü hem de din adına yapmasını.

Ve bu din eksenli zihniyetin ülkemi idare etmesine.

Menemen olayı benzeri bir anti laik kalkışmanın Maraş gibi bir ayrımcılıkla desteklenmesidir ,Sivas Olayları.

Ve alevi olmasam da sünni Müslüman kimliğim engel değildir çığlığıma ölenlere,hapiste çürüyeceklere ,

kendi notalarımla bestelediğim requiemi mırıldanmama ve farklı değildir asla türban için ölenlere duyduğum hüzünle.



Sivas’ı ,Uğur ‘u unutamıyorum ve tarihin yurdumda 90ların ilk yarısında tekrar yazıldığını , kanla sabitlendiğini duyumsuyorum.



Ve sizlere Sivas’ta katledilen Metin Altıok’un dizeleriyle veda etmek istiyorum;



Günlerden öyle bir gündü

Üstüne tarih düştüğüm

Gözümün önüne geldi birden

Balkıyan güzel yüzün



Ve yüreğim yandı söndü

Ter bastı avuçlarımı

Bir işlek kovan uğultusu

Kapladı kulaklarımı



Uzandım usulca cigarama

Yavan ömrüme katık

Ben O gün öldüm gülüm

Bir daha ölmem artık









Barış Emek Ergin temmuz 2002 istanbul,



düzenleme 2 temmuz 2007 ankara

Saturday, June 16, 2007

Yılmaz Özdil’in bir köşeyazısı üzerine çeşitleme

Yılmaz Özdil’i öyle Serdar Turgut, Aydın Engin,Bekir Coşkun ve Işıl Özgentürk gibi 10 yıla yakındır tanıyıp okumam.En fazla 1 yıldır dikkatimi çeker olmuş ve günlük okuma beğenime hitap etmeye başlamıştı.
Kimbilir belki bu ileti gruplarında ki birileri iletmişte tanışmıştım ama artık sırf onun için Sabah alıyorum,Bekir Coşkun için Hürriyet aldığım gibi.

Ve bu aşağıda bazı bölümlerini seçtiğim yazı gelince ne kadar iyi ettiğimi düşündüm. Beni onla bilmedende olsa tanıştıranlara ve kendisine bir kuru, yavan am katıksız teşekkür olarak paylaşmak istedim,

“Ne arayan olur, ne de soran, böyle günlerde... Telefonun çalmaz.
Faturası gelir ama.
O hiç sekmez.
Unutmak istersin herşeyi...
Devlet seni unutmaz.
Dayarlar devamlı doğalgaz faturasını, elektrik faturasını, su faturasını...
Salvo.
Kafanı çıkaramazsın valla. Şarapnel yağmuru gibi gelir üstüne üstüne.
Ev sahibi var bi de.
Şunu farkedersin aniden...
Çalışırken, bir ay 30 gündür.
İşsizken, bir ay adeta 3 gün.
O kadar çabuk gelir faturalar.
Ya da sana öyle gelir.
Ve bir de şunu farkedersin...
Bir toplum var, bir de sen. Sen dışardasın. Sana ihtiyaç yok! Baksana, sen olmadan da devam ediyor hayat.
Neyse, abartma, yemek ye...
Lokmaları kolay yuttuğun söylenemese de, ye... Yaşadığını hissedersin en azından... Aslına bakarsan, işsiz güçsüzken daha çok acıkıyor sanki insan. Veya ne bileyim, yemek yemek bile iş oluyor, oyalanıyorsun...
Belki de ondan.
Kalkarsın mesela yataktan...
Vay anasını!
24 saat var daha!
24 saat!
Bu kadar uzun muydu bu 24 saat denilen hadise? Öyleymiş meğer...
Geçir, geçirebilirsen.
Neden bilmem, dilini falan çıkarıp bakarsın, aynada... Ulan, dil gri! Hasta mıyız yoksa? Yok yok... Gereğinden fazla kendini dinlemeye başladın. Moralin bozuk diye hastalık hastası olma.
Tıraş ol.
Çalışan erkek olmayı beceremedin, bakımlı ev kadını ol bari...
Televizyonu aç.
Kadın programları filan seyret.
Kadın programı dedim, aklıma geldi... Deli ediyor bu yemek programları beni... Bilene anlatıyorlar. İşi bilmiyorsan, işe yaramıyor. Sen yumurtayı kırana kadar, o hamuru tutuyor bile... Şeker ne kadar konacaktı? Bir çay bardağı mı, bir su bardağı mı? Ya tuz? Hangi ebattı kaşık? Allahın cezası, car car konuşacağına, versene şunu tekrar...
Vermez.
Ee-eeh!
Kapat, çık dışarı.
Arabayı alma. Suyla çalışmıyor. Para yok. Hem biliyorsun ki, ne zaman parasız kalsan, o zaman bozulur şanzuman denilen meret... İnadına masraf çıkarır... Zaten, hanım ses çıkarmıyor ama, bulaşık makinesi de bozuk. Sen istediğin kadar salağa yat. Bozuk işte.
Neyse, yürü...
Gez biraz.
Elin cebinde, açılırsın.
Bak millet işe gidiyor...
Bey gibi direksiyonda elalem.
... Sana ne?
Bana ne ama... Öyle.
İyi iyi, uzatma, kaç oldu saat?
Daha 14.00...
Akşama yıllar var.
Sakın gitme eve... Çocuk okuldan geldiğinde, seni otururken görmesin. Belli etmiyor ama, kahroluyor. Arkadaşları sorsa, "senin baban çalışmıyor mu" diye? Ne cevap verecek? Havanın kararmasını bekle, en iyisi... Herkesin babası ne zaman geliyorsa, o zaman...
O zamana kadar?
Taksim'e git bari.
Gitmem kardeşim... Çok genç işsiz var orada. Senin saçın başın ağarmış, hâlâ iş arıyorsun, garip bir duygu, olmuyor, eziyor insanı... Gitmem.
Boğaz'a git...
E dün de gittik.
Gemileri sayarsın...
Saydık ya!
Hem zaten, sayıyoruz sayıyoruz, gemi gidiyor, sen kalıyorsun. O fena. Bir de şurası çok matrak... Dikkat ettim, işi olanlar restorana oturuyor, sırtı Boğaz'a dönük... İşsiz olanlar banka oturuyor, yüzü Boğaz'a dönük... Ben Boğaz'ın yerinde olsam, sırtını dönenlerin yüzüne bile bakmam.
Anlaşıldı...
Kendi kendine konuşmaya başladığına göre, kafayı yiyorsun galiba... Gir bir kahveye, haber maber seyredersin... Ne diyor bak spiker?
"İşsizlik geriledi sayın seyirciler... Yüzde 11.4 düzeyindeki işsizlik oranı, yüzde 10.4'e düştü."
Şahane yahu!

Aslında not alsan bunları fena olmaz... Yarın öbür gün gazetede mazetede işe girersen, yazarsın belki... “

yazının tamamı için http://www.sabah.com.tr/ozdil.html 16 haziran 2007

İngiliz sosyalist yönetmen Ken Loach filmlerinde kapitalizmin ezdiği yaşamları işler.
Aylaklar,işsizler,alkolikler yani ayak takımıdır kamerasının ucundakiler.
Ve bir filminde, kahraman olması sadece o filme özgü oyuncu derki
“ işsizsen kafana hergün taş yağar”

Bu işsizliği salt düzenli bir maaş arayışı diye görmemeli,
Dürüst Esnafın siftahsız kapaması, bozuk varmı diye uzatılan paranın tamamının dahi kasasında olmaması,
İyi niyetli Memurun gün boyu hiçbir şey yapamaması,
Ciddi Müteahitin çekini ödeyeceği hakedişinin kalmaması,
Onurlu Sanayicinin personelinin ssk primini yatıramayacak derecede daralması da
İnsana değer veren doktorun muayenehanesinin kirasını kara kara düşünmesi
Pırıl pırıl öğretim görevlilerin ek işsiz aysonunu çok ama çok zor getirebilmesi
Işsizliğin,verimsizliğin farklı türleri sayılamazmı acaba?
Yani üretememek, ürettiğinin değerini alamamak anlamında bir işsizlik,güçsüzlük hali.
Meslek ve okuldaşım 36 yıllık mühendis Mehmet Eroğlu’nu getirdi, ODTÜ Edebiyat Klubü Başkanı Yazar Sevgili Şule Şahin. “Zaman’ın Manzarası”adlı romanını 1,5 günde bitirerek koştum bu önemli yazarın ,keyifli söyleşisine. Kitabında “ düzenli işe gitme gibi kötü bir alışkanlığı olmayan”kahramanı tüm roman kahramanları gibi epik bir senfoni gibiydi. bir bankacı gencin “siz yazar olan Mehmet Eroğlu iseniz neden çalışıyorsunuz sorusunun bardağı taşırmasıyla 2000’den beri mesleğimizi bırakan ağabeyimize dalıp düşünmemek, sözlerinde zamanın özgürlüğü sembolize eden engin manzarasından etkilenmemek zordu.

Böyle mi yapmalı , peki ya önce nereden geldim, ya sonra nereye gidilecek,

Mesleğimin ilk 10 yılıma ışık veren ve siyasi bir kazaya kurban olan trenin once şaşkın bir yolcusu, ardından hırslı makinistlerindendim.
Sahipleri istedi yol buraya kadardı demek kolaycılık ama hiç acımadım emeğime, hiç düşünmedim gerçek değeri bumuydu diye.
Saygı gösterdim ve hep değer verdiğim ekibin parçası oldum,önem verdiğim alt ekiplerim oldu.
Geçen yüzıilda parçası olmaktan tek taraflı gurur duyduğum (bir çalıştı belgesi bile verilmeyen) firmayla yaşadığım 94 krizi, 99 depremi, 21.yüzyılda ise yine şantiyelerde gördüğüm anayasa kitapçığı ve 11 eylül geldi oturdu meslek yaşamının o hazımsız midesine.
Sadece makro krizler değil mikro etkilerdi bizleri ya da en dar anlamda beni hala bir kavak yeli gibi sağa sola savuran

Geride ne var diye bakıyorum 18 yıllık iş yaşamımda,
Yaşamını ve aileni sağlığınla getirebilmişsin bu güne kadar ne güzel,
Okuduğun okulda çocuk okutabilmişsin mesela,
Bir ev bir araba sahibi olmuşsun karı koca,
Işinle mesleğin hep çakışmış, çelişmiş son 5 yılda
Ama öyle ayları bulan boşluk yaşamamışsın
Avustralya ve latin amerika dışındaki tüm kıtalarda
30a yakın ülkede konaklamış,
40i aşkın yerde bulunmuşsun.
Birde bazı dostların olmuş
Çok sevdiğin
Sevdiklerini sandığın
Uğurlarında fedakarlık yaptığın
Bir görmek için onlarca yol teptiğin
Bir ses duymak için çırpındığın
Her an olamasa da düşündüklerini bildiğin
Kalbinde, ailenden sonra bir yer açtığın
Her derdini onlar demeden anlamaya çalıştığın, seni anlamasını beklediğin
Çok ama çok önemsediğin
Seni bir lafa ,bir yanlışa silmez dediğin
Gözlerine bakamasada
Kalbinde hissettiğin
Dostlar,arkadaşlar,kardeşler,yoldaşlar,sevgililer

Sahteden düzelmiş gösterilen bu günlük yaşamın ekonomik darboğazlarında
Güngeçtikçe dayanması zorlaşan bu alabildiğine acımasız yaşamda
Düştüğünde dostunun olmadığı bitmeyen sürgit bir kahpe mücadelede
Iyi ki varsınız
Dilerim hep öyle kalırsınız
Yılmaz Özdil’in dediği gibi
“Aslında not alsan bunları fena olmaz... Yarın öbür gün gazetede mazetede işe girersen, yazarsın belki... “
Barış Emek Ergin Haziran 2007 Ankara

Wednesday, June 06, 2007

bir aclik grevinde akranimin kaybina dair

Muharrem Horoz

1967 Sivas doğumlu

nere ölümlü tam bilinemiyor

koğuş mu, revirmi, idari bölümmü cokta farketmiyor

sadece makine mühendisi olduğunu yazmışlar

30. ölüm olduğunu da ,malum ölümüne oruçlarda



birde tutuklu olduğunu yazmışlar

yani suçu daha kesinleşmemiş

bizler gibi biri olabilirmiş belki,

belki de hakikaten devletin valisinin arabasına

veya pülümürde ki karakoldaki yiğit kardeşlerime

ya da anafartalar çarsındaki masumlara bombayla saldıran adamlardandır.

Bilmiyorum hangisi doğru.

Herşey o kadar karışık ki.

Aslında merakta etmiyorum.

ne fark eder doğrusunu bilsem .

öldü o.

ve inandığı doğrultuda iki yüz güne yakın aç kaldı.



Mühendisti, akranımdı.

kahretsin.



Radyoda bir haber geliyor kulağıma.

ira ile demokrasi beşiği ingiltere görüşme yapıyormuş,silah bırakacaklarmış.

Eta ispanya’da eylemlere tekrar başlayacakmış.

Birde demirelin-bir diğer mesletaşımın, o geniş suratı gözüme geliyor.”devletimiz teröristle pazarlık yapmaz”.

Afganistan’da güzellikleri koruma kötülükleri engelleme bakanı bir şey demiş.

Lübnanveya afrika karışıkmış.İsrail hiç durulmamış.

Nefret ediyorum bu kavgadan ,dövüşten, kandan.



Derin halk ekonomik krizde gençleri-kandırılmışta olsa,ölmede.

Esir halk örgütsüz,geleceği hapislerde.

Doğru nedir.Nerede başlar yaşama sevinci, nerede biter umutlar.Ses verin dostlar.



Midem bulanıyor.



Ölüsevici toplumdan iğreniyorum ,intihar edene ;atla atla diye bağıran mahalle gencinden,linçlerden çıkar uman, Köpeğini de insanını da sevemeyenlere kadar pekçoğu içimi kaldırıyor.



Ve ben inanamıyorum bir tutuklunun ölümüne izin veren zihniyetle, teşvik eden otoriteye.

Birileri birşeyler yapmalı diyeceğim ama hepimiz koşturmadayız biliyorum.ölümüne koşturma.





30. insanda bilemediğim , bilemeyeceğim

Tanımadığım ,tanıyamayacağım yapısıyla uzaklara gitmelerde.



Bir yer daha var biliyorum

Anlatmak ne mümkün

Yakınındayım ,anlatamıyorum

diyen şair gibi karmakarışığım.



Darmadağınığım.

Üzgünüm.



Çok ama üzgünüm.



O kolejlerde ve odtüde okusaydı belki bana yazacaktı satırları.



Güle güle demeye dilim varmıyor ama



Aşk olsun sana be çocuk

Aşk olsun.



Barış Emek Ergin ilk kaleme alınış Ağustos 2001



İkinci sadece şekilsel ve ufak düzeltmeleri, haziran 2007 Mehmet Eroğlu’lu odtü edebiyat klubü toplantısı sonrası

Thursday, May 31, 2007

40 rakimli tepeden...

dogumgunleri aslinda sembolik de olsa kosetaslari
yuksekce bir tepeye kivrilan bir yol ustu mola yeri ve ufuklari gorebildiginiz bir manzara,
hafifce soluklaniyorsunuz geriye bakip uff ne hizli gelmisim derken
ileriyi gorupte ne uzun ve karisik bir yol diyorsun
onunde 50 yas tepesi var daha yuksek ama yesil
60 tepesine dag yavrusu demek gerek, sararmaya baslamis cicekleriyle huzunlu
70 lerin zirvesi dumanli, cikan yollar bayagi az
80 lerin ulasilmaz sarp yamaclari karli ve yolu pek net gorunmuyor oradan

sonra elimde ne var diyorsun 40 yildan gün almadan baska
canin yakin ailen var ,cok iyi bir sey,
sevgili kardeslerinde guzel,
meslegin, bu da hos ama isinle gecimsizler, bazen ayri ayri yollara giderler
sagligin, huzurun ,goreceli ama tabii tesekkur etmeli yaradana
sarkilarin,siirlerin,filmlerin,kitaplarin var, bitmeyen derya, ankara colunde vaha
arkadaslarin var, belki isgucten anabilen sadece 40 i belki
ama herbiri ayri tarzda ve baskida birer kitap tadinda
siir dizesinde
film karesinde sakli olan

cok tesekkur ederim
cok

Sunday, March 18, 2007

mutluluk ve mavi gözlü dev filmleri üzerine bir iki satir

abdullah oğuzun başyapıtı uçurtmayı vurmasınlar ,hamam-ferzan özpetek ve duvara karşı -fatih akın ligime girdi. enfesti,ufak bir iki hata dışında,çekim,müzik, senaryo,oyuncular şahaneydi. mutlaka ne yapıp edilip,görülmeli derim.
mavi gözlü dev öyle iyi değildi.nazimi sevimli göstermesi dışında durgun bir tiyatro oyunu havasında idi.ve maalesef ne şiirler tadında ne oyunculuk büyüleyici idi.
yine de özellikle nazımın yaşamını çokta bilmeyenler için görülmeye değer.

Saturday, February 24, 2007

bizim köye candan erçetin gelmiş

6 yıl aradan sonra 23 şubat cuma akşamı anatolia ankarada çadırındaydı candan erçetin.
kötü bir salon,düzensiz bir ses ve oturma sistemine rağmen yine güzeldi.
onu biraz daha yaşlanmış, balık etine dolgunlaşmış ama bir o kadarda ustalaşmış gördüm.
Yabancı dildeki ve düzenleme albümlerini saymazsak, epeydir yazarların eser verememe girdabına girmiş sanılırken aksine samimiyeti ve duygusallığı ile yine feth etti gönülleri.
arkasında çalanlarla uyumu zaman zaman kaçtı ama bunu çok hissettirmemeyi başardı.
2 ilave istek parçasını söylerken herkes ayakta ve bir kısmı sahneye yapışmış bir şekilde, kameralı telefonlarına nadide bir türün son temsilcisini çeker gibiydi.
ankaranın mesafeli ama saygılı izleyicisini çiftetelliyle oynayarak göndermeyi başarmak her sanatçının başaracağı bir iş değildi.

iyi ki varsın candan erçetin
dilerim verdiğin eserler hiç bitmesin
şu an olduğu gibi yıllar yılı gönüllerden düşmesin

Wednesday, January 31, 2007

Mutluluk

Eğer mutluluk közde pişmiş mısırcı arayıp bulmaksa

Eğer mutluluk trafikte doğru şeritte yer almaksa

Eğer mutluluk köprüden geçerken boğaza bakmaksa

Eğer mutluluk gideceğin bir işi olmaksa

Eğer mutluluk köprü geçiş ücretini ayırdığın bozukluklardan denk getirmekse

Eğer mutluluk evi temizlenmiş bulmaksa
---------------
Eğer mutluluk sahil yolunda denize girip ağlara takılan köpeği kurtarmaya çalışanlarsa

Eğer mutluluk yine aynı yerde 6 sakallı atletli adamın paçaları sıvayıp denizde rakı içmesiyse

Eğer mutluluk netyoruma agoraya yazıdegirmenlerine yollayıp gözleri uzaklara yatırıp beklemekse

Eğer mutluluk yazılarının basalım denmesiyse

Eğer mutluluk nefis seçme şiirlerin size yollanmasıysa

Eğer mutluluk en kötü filmde bile izlenecek bir bölüm bulmaksa
--------------
Eğer mutluluk Candan Erçetin’i canlı dinleyip dinletmekse

Eğer mutluluk Reina’dan ne olacak memleketin hali diye düşünmekse

Eğer mutluluk yavrunu düşünürken ,yaşlıları elele görüp dolmasıysa gözlerin

Eğer mutluluk bir günün ertesi güne uymamasıysa

Eğer mutluluk seninle bir atan kalbe yolculuk yapmaksa

Eğer mutluluk düşünülüp merak edilmekse
---------------
Mutluyum emin olun

Mutluyum alabildiğine

Üzmek değil amacım kimseyi

Kasvet karanlık yakışmaz bize

Sadece paylaşmak umudu yitirmeden

Dertleşmekti dileğim,böyle istedi yüreğim
Barış Emek Ergin

Saturday, January 27, 2007

Lale ya da Gül beklerken, açmayan genç fidanlar dalında bir bir kururken..

Odtü’den mezun veya master yapan yaşları 20-25 arasında olan 2006’da intihar eden Makine Mühendisi Hüseyin Başbilen ardından Elektronik Mühendisi Alim Unal da Ocak 2007’de Eymir’de intihar etmisti. Yine Ocak ayı içinde Elektrik Mühendisi Evrim Yançeken Batıkent'te evin camından atlayarak ölümü seçti. Her üçüde Aselsan’da çalışıyor olması polisiye bir araştırma konusu belki.
Ancak Kürt olmamasına rağmen bu konuya baş koyan ve İrlanda’da kendini asan Ankara Kolejinden arkadaşım Bahattin Karakütük aklıma geldi.Yine aynı devreden bir diğer kardeşimiz , Kerman Tavşanlı daha çıkmaz intihar yoluna girmişti.
Süreci bir önlenemez gidiş gibi mi görüyorlardı, “akıntıda sürükleneceğime, başlangıcını seçemediğim bir yolun sonunu bari ben seçeyimmi” dediler acaba?
Kim bilebilirki tam , yalın ve mutlak gerçeği,

Oysa Ocak ayı gam ayıdır benim için son 14 yıldır, Uğur Mumcu’ya ağıtım sadece onun faili belli, arkası gizli cinayetine değil, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok içindir de bu dinmeyen yasım. Aynen Temmuz sıkıntısına neden olan Sivas olaylarında ki gibi yaram derine gitmiştir, dikiş tutumaz. Çok iyi tanımadığımdan iyi anlayamadığım ama kayıplarının acı verici olduğunu düşündüğüm Necip Hablemitoğlu, Turan Dursun, Hrant Dink, Gaffar Okkan ve İsmail Cem’e de üzülürüm.
Ancak bu beş genç gibi, diğer genç ölümler içimi burar, kasvetim artar, elim ayağım tutmaz olur, gözlerime sağnak habercisi parçalı bulutlar iner,paylaşma gereğim önlenmez olur.

Nedenini asla tam bilemeyeceğimiz, gelişmesini belki ucundan yolda, otobüste,dolmuşta, trafikte,meyhanede izlediğimiz ama sonucunu bildiğimiz bu ölümüne gidiş sadece bir psikiatrik vakamıdır.
“Ruhumu bunaltan bu dört duvarmı?
Ölümden öteye köy varmı ? “
Dediğince şairin öte köye geçme kararı acaba bazılarımızında yaşadıklarıyla aynı mıdır?

Yaşamının baharında, elin para tutmaya ,üretmeye başladığında, görecek güzel günlerin olmasına inancı nasıl zayıflar körpe bedenlerin.
Umudu, yanıtı olmayan bir aşk acısı mı
Tutunamayanlardan biri olma kaygısımı
“Böyle gelmiş, böyle gider “ korkusumu
“ben tek başıma ne yapabilirim” yaklaşımı mı?
Bilmek gerçekten zor ama bunu bilinçle seçmek daha da zor.

Yurdumuzda trafikte son 10 yılda ölen 40 000 kişiyi, terörle savaşta yiten 30 000 kişiyi,
Irakta 3 yılda ölen 650 000 kişiyi üzüntüyle acıyla anarak bir yere koyuyorum bu 5 genç ölümü yakınım hissetiğimden belki, bir farklı yere.
Bence onlar 75 yılda çıkan 30 000 Kolej ve 50 yılda çıkan 70 000 Odtülünün veya okulu ne olursa olsun ülke nüfusunun eğitimli ,kültürlü,köklü ve bilinçli olan azınlığından birileriydiler.
Bu 5 intihar aslında sadece 5 can değil, 5 yitik hasret, 5 basamak sonu boşluğa açılan, 5 taşıyıcı kiriş, koca bir insalık mabedinde ki ana kolonlara basan .

Ve çok erkenden bizi tanımadan, yaşama sarılmadan bırakıp gitmeyi tercih ettiler.
Gruplarda yazmayı, bizlere açılmayı, zor da olsa anlaşılmayı beklemediler.

Eğer varsa hakikaten öte yanda bir köy
Yani orada gerçekten birileri olacaksa
Eminim iyi bir sohbet kuracaklar Mumcu’yla,Muammer ve Bahriye Hocayla, Aziz Nesin’le ve belkide fonda onlar için istediğim bir parça



“ Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile
Avunmak istemeyiz böyle bir teselliyle
Aah geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece
Gruba karşı bu son bahçelerde keyfince
Ya şevk içinde harap ol ya aşk içinde gönül
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül
Aah dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç “

Barış Emek Ergin- Ocak 2007 Ankara

Friday, January 19, 2007

Bir Aşk Mektubu veya Yazı Yazmak Çıplak Dolaşmaktır.

Eğer yazı yazmaktan hoşlanıyorsanız ve sizin gibi olan ,olmayan yazar adaylarını keyifle izliyorsanız çıplak dolaşıyorsunuz demektir.Tüm duygularınızı açığa vuruyorsanız , ekonomik krizden dolayı annelerin çocuklarını dahi anlayamadığı bir dönemde ,anlaşılmak istiyorsunuzdur.Sert kabuğunuzu kırıp içeride olan biteni sergilemek istemenin ve kuşkuyla yanıt beklemenin çığlığıdır yazmak.Çoğu kez tepki almazsınız.İsteseniz de bir “beğenmedim” sözünü, duyamazsınız.

İnsanlarımızın her biri kendi aleminde zaman doldurmakta veya boşaltarak öldürmektedir.

Üye olduğunuz elektronik yazışma grupları bir sivil toplum örgütü olma uğraşındadır ama aralarına sadece diplomanızla giremezsiniz.Açıklıkta sevilmez oralarda.”tuhaf adam” demeseler de düşünürler çok konuşursanız. Hepimizin olmayan yönüdür gönderilerimiz.Beğenip de yapamadığımız,katılıp da uygulayamadığımız.Aslında kardeşlikten, anılardan , çözümden bahsedende vardır ama azdır.Ya kuvvetli politizasyon , ya da tam aksi ya da hiçbiri. İlk ikisinin sırasıyla mezun olunan üniversite ve lise olduğu belli ama hiçbiri ne kadar çekici.O hiçbirinin altında din ve siyaset yok, o hiçbirinin altında güncellik yok.O hiçbiri kökü geçmişte gelecek, O hiçbiri yaşama dair umutlu ve çoksesli bir şarkıdır.

Güncel gündemin tüm kasveti bizi biz eden değerlerden uzaklaştırıyor.

Düşen uçakta ki şehitler doğanın şanlı bir ayaklanmasını gölgede bırakıyor.Gölgede yatan nefis çiçekler var oysa.
Ekonomik ve siyasi buhran ,ruhumuzu bunaltan dört duvarı aşmamızı engelliyor. Dışarıda bahar gelen dağlarda ,umut dağlarla oysa.
Cezaevlerinde her ne nedenle olursa olsun ölen ve olan insanların hüznü içimizi burkuyor.O burkulmayacak içimizde bin türlü sevdalarda olabilirdi oysa.
Gazetelerin satır aralarında yer alan ani sağlık sürprizleriyle ,trafik kazaları bizleri ölüm ilanlarında duraklatıyor.Sanat,kültür , yaşam sayfalarıyla gurme sayfalarını severdiniz oysa .

Bu yüzden yeni yaş dönümümün arifesinde yolun yarısına bir kala Cahit Sıtkı’yı biraz daha anlayabiliyorum. Sadece on bir yıl sonra kırk altı yaşında ölen usta keşke yetmiş yıl yaşayabilseymiş .
Korkunun ecele faydası yok doğrudur ,ancak yaşam kalitesi korkuyla düşmektedir.Ve bu alçak korku her yerdedir.Dürüst çalıştığınız için yoksulluk korkusu, açık sözlü olduğunuz için yalnızlık korkusu, ince düşündüğünüz için hoyratlık korkusu köşe başında beklemektedir.Her an bir kamyon veya tahlil sizin yaşamınıza son verebilir ,sevdiklerinizi elinizden çekip alabilir.Sanki uzatmaları yaşıyor gibisinizdir.Bir tedavisi belli olmayanla karşılaşacak ve gideceksinizdir arkanızda aklınız kalarak.Yaşamdan çılgınca beklentileriniz olup da bunu gerçekleştiremediğinize kızarak ve hep gibi yaparak.Mutluymuş gibi yaparak, sorunsuzmuş gibi davranarak, güçlüymüş gibi yaşayarak.Oysa akılın varlığı da rahatlatmayacaktır son veda esnasında.Akıl ve gücünüzü Hitler’den farklı kılamadığınıza ,bu ikiliyi süsleyecek güzelliği bulamadığınıza yanarsınız belki de.

Yazmak güzelliğin tarifidir.Yazmak zaman zaman güzelliğin kendisidir.Yazmak kimi zaman rezilce korkuludur .Yazmak tepki koymaktır,katkı vermektir, doğaya kaçmaktır,kendinden uzaklaşmaktır, utanmadan ağlamaktır ve ölmeden çırılçıplak olmaktır. Ve ben artık çıplak dolaşmak istemiyorum.Gidip giyinmem lazım.


Nice

Nerelerde kaldı

Özlem gecelerini

Aydınlattığından

Nice aşk mektupları

Karanlık korkusundan

Belki de yollanmadı



Nice aşk mektupları

Yazıldı yollanmadı

Almadan okunduğundan

Yıllar sonra yanıtları

Geldi yollanmadan

Nice aşk mektupları. Behçet Necatigil

Üzülüyorum, O halde varım

Nelere mi?
Söyleyemem hepsini, bilirim aksi halde içinizi dağlarım.

Belki sadece birini paylaşırım.
Irak’a , düşen uçak dolusu emekçiye ve Saddam Hüseyin’e üzülürüm.
Devam etmeyebilirsiniz okumaya , anlarım.

Ancak bilirsiniz ki Saddam bir sembol.
Diktatörlüğün,
Totaliter rejimin,
Yaşamda ki ciddi yasakların, hatta ölümün.

Belki hepiniz bu kötülükler kadar rahat bil(e)mezsiniz ki;
O 80 ve 90ların Milli Güvenlik Kitaplarında belirtildiğince tek kavgalı olmadığımız komşumuzun lideriydi,
O komünizmin iyi yanlarını ve laikliği ülkesine bir köşesinden sokmuş biriydi,
Geniş caddeleri, ciddi altyapısı ile şehirleri bir Arap ezgisi ile değil, klasik müzik hissi dinlermiş gibi tat bırakırdı.

Azınlık Sünni kesiminin Kürt ve Şiilere yönelik huzurunu sertlikle de olsa sağlamıştı.
Saddam’ın Irak’ın da olan resim ve heykel sergileri, mezguf- kömürde yapılan balık ve şarap, kadının iş yaşamında bütün ağırlığıyla olması, onu eleştirirken hatta lanetlerken gözden kaçmamalı.
Savunmak değil asla amacım, zaten ne bunu yapabilirim ne de öyle görünmek isterim. Sadece bir diktatörmü giden bunu kısa da olsa düşündürmek isterim.

Peki Suudi Arabistan’da neden hala totaliter rejim var,Suriye çok mu demokratik, Libya’da ki yönetici Saddam’dan çok mu iyi , Kuzey Kore’de, Afganistan’da, insanların rejimlerden dolayı öldüğü, mutsuzluğunu sürdürdüğünü düşünmek için Amerika’mı beklenecek.Çok uzağa bakmaya gerekte yok aslında. 10 binleri yitirmedikmi 1980 öncesinde.Ve sıkıyönetim de varken 11 eylül gecesi ,ertesi sabah uyandık herşey bitmiş. Peki nerede o despot yöneticimiz, Şili kadar olabildikmi hesap sorabildikmi?

Halkının mozaiğine ait, Başbakanımızın verdiği rakamla 650 bin üyesi artık Saddam’dan sonra yaşamıyor. Her gün Irak’ta 50-60 cana kıyılıyor.
Üzüntü verici yanıysa bu ölümler kanıksanıyor,
Nekrofili- Ölüsevicilik yaygınlaşıyor.

Her gün Ted-Odtü e-grubu kadar kişi,
her 2 günde bir Ankara Koleji 85 mezunu e –grubu kadar kişi,
her 4 gün odtü inşaat e- grubu kadar,
her 10 günde Odtü ,her 20 günde Kolej e-grupları kadar can yitiyor.
Lütfen bir an durun düşünün artık 1 adet Tekirdağ 2 adet Kastamonu, 3 adet Kırşehir ,7 adet Bayburt şehri ve köyleri kadar nüfus veya 50 yılda çıkan Odtü Mezunlarının 8 katı, 75 yılda çıkan Kolej mezunlarının 22 katı artık yok artık Irak’ta,
Saddam sonrasında ve sadece 3 yıl içinde.

Peki yokmuydu onların sevgileri, özlemleri, çocukları, ana babaları,koşuları,takımları,hobileri,spor hevesleri,kilo problemleri, trafik dertleri,çekleri,senetleri,maaşları, idealleri, istekleri, yazıları, şiirleri, ilk - son aşkları,...

105. yaşını ocak 2007 de kutladığımız, ölümsüz büyük usta Nazım’ın dizelerine sözü bırakıyorum:
“Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgili;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nâzım'a!”

Duyamıyoruz, göremiyoruz, sis var her yerde, işimiz yoğun ve çalışmazsan yoksun .
Üzülmekte hak veriyorsanız, sağolun yalnız bırakmadınız ,
çünkü sizi görmeden yalnızlık gibi üzüntüde paylaşılmaz sanırdım, iyi ki varsınız.
Barış Emek Ergin

Tuesday, January 16, 2007

Bir gramofon sesi var çok uzaklarda



Devri düzensiz bir taş plak çalıyor kulağımda
Belli belirsiz sesler arasında, cızırtılı bir müzik vuruyor aslında
Diyor ki Ahmet Haşim’in kadim dostu,
Suphi Ziya Özbekkan usta, o Uşşak şarkısında:"Herşey bu zaman evinde naçar geçerEn geçmeyecek gönül geçer, yar geçerYalnız günübirlik çağırır bir kapıdanAkşam kimi bitkin, kimi biçare geçer.
Harman yeri er geç dağılır, bağ bozulur, Bülbülde nefes kalsa da gülzar geçer."*

Ve siyah beyaz bir film canlanır gözlerimde
Bu fon müziğine uygun bir karıncalanma eşliğinde
Hani Potemkin Zırhlısı
veya Chaplin filmleri görüntüsünde

1923 yılı Ankara’ sın da
Bir kadın bir erkek yan yana, evliler,
Aşıklar basbayağı ve yadırganmaktalar
Hamamlar bile kapatmışlar birbirlerine

Adamın işi çıkar, düşer İstanbul yollarına
Ve sevgili karısına derki;”3 güne kalmaz dönerim”
Gelemez ama ihmal de etmez
Mektup yazar Ankara ‘ya, fakat o mektup nedense beklendiği adrese gelmez

Kadın üzüntülü
Kadın güzel
Kadın karakterli
Kadın hüzünlü

Çok sürmezdi bu hüzün
Ve boşar kadın adamı çok da uzatmadan, 1 yıla kalmadan
Bakılacak bir çocuk vardır, gelemeyen bir adama yas tutulamaz
Kırgındır,kızgındır,ama bir başkasıyla evlenir.ihtiyaçtan değil gururdan

1 yıl sonra mazeret mektubu gerisin geriye gelir.
Üzerinde kırmızı bir mühür ”adrese teslim edilememiştir”
fakat o büyük aşkın zordur ölmesi
kolay değildir izlerinin silinmesi

ve silemedi de zaten Nuri
başkasıyla evlense de onun olan kadını öldükten sonra evlenebildi, mektubunu kalbinin üstünde taşıyarak
ve kızı onu ancak 70 lerde bulacak
ölmeyecek kişiler değil, aşık olmanın kendisidir dedi belki

ve bana bunu anlattığında
Nuri amcanın kızının torunu bir güzel insan
kararlıydım, bu mutlaka yazılacak
paylaşılacak ve mutsuz aşklara inat ,yaşandığında ki mutluluk anılacak

zamane aşklarının eleştirisi değil niyet,
ancak büyük bir sevginin önünde saygıyla eğilmek,
rahat uyu Nuri amcam , seni iyi anlıyorum ,
ve bil ki yani ola ki duyarsan beni, sevginizi saygıyla anıyorum

Barış Emek Ergin
2007 Ocak Ankara

*Gülzar :Gülbahçesi
Naçar ve Biçar:Çaresiz

Friday, January 12, 2007

Fatma Süzme Afyonlu-otobiyografi

Bir otobiyografi aklımda dolanıp duruyor.
Öyle hava kabarcıkları arasında dolaşan balığın resmi gibi değil ama.
Basbayağı hüzünlü ve alabildiğine dram ama adam gibi bir yaşam.

Artık bu çocuk mutlu yazılar yazmalı diye düşünüyorsanız üzgünüm.
Bu yazıya devam etmemeniz moraliniz için iyi olur.

Afyon İli Bolvadin İlçesinden bir öğretmen.
Öyle milli eğitimin istediği tipte sıradan ezberci falan değil
Yaratıcı ,kalbi insan sevgisiyle dolu.
Kimine göre marksist,kimine göre sosyalist,kimine göre ateist .
Bana göre şablonlara sığmayan bir insan.
Bir kadın,duyarlı ,tepkili,eylemci ve aydın.
Mahallesinde kapıcı çocuklarını okutan, ve bu çoçukların çoğu üniversite kazanan en kötüsü Boğaziçi matematik olduğu için üzülen bir kadın düşünün.
Fatihte köhne bir giriş katında ki evinde Cumhuriyetini Milliyetini keyifle ve inatla okuyan bir güzel insan.
Kısa yaşam öyküsü şöyle 30’lı yıllar doğum,Afyon’dan yeni şehri İstanbul’a gelerek sanat tarihi ve edebiyat öğretmenliği, 60’lı yıllar Yılmaz Güney’in rol arkadaşı şimdi AUSSİE(- Avustralya’da yaşayanlara verilen bir ad) eşiyle ayrılık ve okulun camından kendini aşağıya bırakarak 70 den sonrasını yatağında geçirme tercihi.
Oğlu ve annesi ,yaşamının özel yanı ancak genel yanı edebiyat ve çeviriler.
Evreni yatağından kucaklama sözü en çok ona yakışır.
Oğul 3 yaşında okur ,sıkıysa okumasın ülkenin en çok okuyan ve yazan kadını anasıdır. Burslar kazanır mustafası “gogannesinin” gururu onların umududur .
Umut asla bireysel veya paraya tahvil edilen bir beklenti değil,dünyaya yaşama ve insana dair umutlarıdır o koca kafalı dört gözlü kerataya bağlanan.
Boş çıkarmaz umutları ve doktor olur, ihtisas yapmak başarıysa başarılıdır ama en iyi üniversiteyi derecelerle bitirip,okulun en güzel kızını kapıp (benimde çile çektiğim) niğde ilinde mecburi hizmet sonrası abd’ye yerleşmek kendi tercihidir.
Sekizinci kitabı yayımlanıyor onlarca makale yüzlerce çeviri desek abartmayız sanırım.
Asla kötü bir şekilde söylenmemiştir anası, hasta yatağında oğlundan gelen kitabı ,resmi, mektubu ,nefesi beklerken.
Ve bir gün gelip bir tümör belası hiç bırakmadığı sigarasıyla işbirliği yapıp hücrelerini çoğaltmaya başlar.
O an anlar başına geleceği .
Dökülen saçları gibi ilerleyen hastalığı değil ülkenin rezil hali de etkilidir tatsız sona koşuşunda.
Ve bir gün sanırım son günlerine yakın serpili başındayken der ki yeğeninin yavrusuna;

“Allaha inanmıyorum,
atesitim
bundan asla pişman değilim
bu sözü tutasın aklında
eğer varsa O yukarıda
veya içimizde bir ulu yaradan
alsın canımı o an”

Sonra mı? Sonrası yaradana teist değil deist bir bağlılığımı pekiştiren vedası.
Sır mıydı söyledikleri? Sanmıyorum.
Sırın bir insana en değerli emanetinizi vermek olduğuna inanıyorum. Ancak ben bunu satmıyorum anlatıyorum ki en olumsuz anında bile ölümü düşünmeyen insanlığın destansı yüz aklarını anımsayalım.

Tatildeydim büyük halam öldüğünde
Göremedim geldiğimde son bir kez o yüzünü
Sözüm sana güzel halam
İnsanlar hala aynı bireysel kaygılarla uğraşmakta
Senin benden istediğin papatyalar olmadıysa
İçimin benimde karanlıklarla dolu olmasındandır.
Ve gelecek güzel günlere torunların gibi inanmamdandır.
Papatyalar içimizde,fikirlerin hala kafamızda
Sana öldü demem zor geliyor bana
İyi ki doğdun fatma hala
iyi ki doğdun
nazımın dizeleriyle bu gecikmeli kır çiçeklerimi kabul et lütfen

“Aklımda hep
İlkönce senden duyduğum
Çankırılı bir cümle var:
Pamukladı mıydı kavaklar
Kiraz gelir ardından.

Kavaklar pamukluyor Gazali’de,
Fakat
Görmüyor,üstat,
Kirazın geldiğini.
Ölüme ibadeti bundandır.

Şeker Ali yukarıda,koğuşta bağlama çalıyor.
Akşam.
Dışarıda çocuklar bağrışıyorlar.
Çeşmeden akıyor su.
Ve jandarma karakolunun
Akasyalara bağlı üç kurt yavrusu.
Açıldı demirlerin dışında
büyük laciverdi bahçem.

Asıl olan hayattır....

Beni unutma Hatçem...”

barış emek ergin ,Ankara Mart 2002

About Me

http://edebiyat1903.blogspot.com/ http://arkadyasitesi.blogspot.com/